18 Nisan 2007 Çarşamba

İthaka...

İthaka'ya doğru yola çıktığın zaman,
dile ki uzun sürsün yolculuğun,
serüven dolu, bilgi dolu olsun.
Ne lestrigonlardan kork,
ne kikloplardan, ne de öfkeli Poseidon'dan.
Bunların hiçbiri çıkmaz karşına,
düşlerin yüceyse, gövdeni ve ruhunu
ince bir heyecan sarmışsa eğer.
Ne Lestrigonlara rastlarsın,
ne Kikloplara, ne azgın Poseidon'a,
onları sen kendi ruhunda taşımadıkça,
kendi ruhun onları dikmedikçe karşına...

(Fotoğraflar: Alper Ünver)

K. Kavafis'in İthaka'sının tamamını, Cevat Çapan'ın bu güzel çevirisi ile buradan okuyabilirsiniz. (Seyir Defteri - M. Yücel)

10 Nisan 2007 Salı

Meis 2006...

Tarih: 20-26 Ekim 2006
Çıkış: Port Göcek N 36° 44.80’ E 28° 56.52’
Tekne: Aloa 27 (Karya 8)
Budget Sailing Türkiye
Hava durumu ve Rüyet: Seyir boyunca yer yer bulutlu hava değişken 2-4 şiddetinde rüzgar. İlk iki gün keşişleme/gündoğusu, sonraki günler kıble/lodos ve günbatısı, rüyet açık.
Mürettebat: Serkan Altıntaş, Seha Tirkeş, Alper Ünver

Planlamasına aylar öncesinden başlanan ve 9 gün olarak düşünülen Şeker 2005 seyri planları Comet 1050 ile Port Göcekten çıkış gece gündüz durmadan Simi Adası’nın güneyinden seyir ile Knidosa dokunup ardından Hisarönü körfezine girerek Datça, Kızkumu, Bozukkale üzerinden tekne Marmarise teslim olacak şekilde planlanmıştı. Tekne bizden sonra Marmaris yarışlarına katılacaktı. Ancak gerek ekipteki arkadaşların programlarının değişmesi ve uyuşmaması gerek elde olmayan Comet 1050 deki teknik arızalar nedeniyle planlar baştan sona değişmis ve biz 21 Ekim sabahı kadim teknemiz Aloa ile 7 günlük bir seyir yapmaya hazırlıklara başlamıştık bile. Arması bakımdan yeni çıkan Karya 8’in balon mandarını takmak için direk tepesine çıkma ile maceramız başladı.

Serkan’ın rahatsız olması o günü Göcekte geçirmeye karar vermemiz sonucu, 1 gün de kayıpla, 22 Ekim sabahı üç kafadar Akdeniz mavisine yelkenimizi hissa etmiştik. Hedefimiz Kaş açıklarındaki Meis Adasın’a varmaktı. Dökükbaşı’na doğru yaklaştıkça. Baştan beri yolunda gitmeyen işler ve tersliklerin verdiği sessizlik, soluganlı ve rüzgarlı Dökükbaşı’nı kavanço etmemizle artık dillerde Deniz Üstü Köpürür türkülerinin akıllarda canlanan eski Dökükbaşı maceraları ile karışmaya başlamasıyla yerini neşeli muhabbetlere bırakmıştı. O gün Kelebekler’e kadar uzanılıp, Gemiler’de gecelemek için geri dönüldü.

3. gün sabah erkenden yola koyulduk, küçük 18 beygir Yanmar motoru ile aloamiz milleri yutmaya başlamıştı bile. Bu halde İblis Burmu kavanço edildi, Yedi Burun’lar bordalandı ve ikindi saatlerinde özel koruma bölgesi olan Patara (Ovagelemiş) kumsalını oluşturan aynı zamanda Muğla'nın doğal sınırı olan Eşen Çayı azmağının açıklarına gelindi. Burada arkadan çektiğimiz kaşığımıza atlayan ve sonradan adının ‘Tral’ ya da ‘Çıplak’ olduğunu öğrendiğimiz latince adı Caranx Crysos olan Akdenize has bir balıktan yakaladık ve bu mevkii göz kararı belleyerek kıyıyı tarayıp 1 saat sonra tekrar bu mevkiye döndüğümüzde 1 tane daha bu balıktan aldık. Bu andan itibaren güneşin batımakta olduğunu farkettiğimizde hala Kalkan’a 2-3 saatlik yol vardı. Akdenizde gün batışı, insan ne kadar yorgun olursa olsun üzerinde hipnoz etkisi yapar. O görüntü karşısında neden denizin ortasında olduğunuzun cevabını bir kez daha verirsiniz kendi kendinize. Doğa, bu Anadolu kıyısında, bütün gün katlanılan güneşin yakıcılığı, rüzgar ve dalgaların eklemlerinizde bıraktığı yorgunluğu bu 10 dakikalık görsel şölen ile mükafatlandırır adeta. Büyük Usta'nın dediği gibi 'insan kendini mevsimlerin sultanı sanar' böyle anlarda. İşte yine böyle bir gün batımı ardından seyir fenerleri açık tam arma yelken ve motora yol vererek saat 21:00 gibi marinaya ulaştık. Lakin Ekim ayında sezon sonu olması itibariyle Kalkan marinada küçük aloamızı koyacak yer ara ki bulasın! Seha bota atlayip mendireğe çıktı ve yer aramaya başladı. Orada yardımsever iki guletçi arkadaş bize çalıştıkları dev tekneler arasında yer açtılar, böylece biz de minik aloamizla bu iki devin arasına süzülüverdik. Saat 10 itibariyle günü noktalamıştık. Artık yapılması gereken tek şey vardı o da Kalkan gecelerine kendimizi bırakmaktı.


Ertesi gün uyanınca gördüklerimiz bizi hem şaşarttı hem güldürdü. İki gulet arasındaki aloamızda kendimizi Korint Kanalı’nda gibi hissediyorduk. Sabah saat 8 gibi Kalkan’dan palamar çözüp Meis’e doğru yelken açtık, çok zayıf rüzgar ve motor ile öğleden sonra Meis limanına girdik. Limanın en dibinde lokantalar önünde demir atıp palamar verdik. Sezon içinde mutlaka lokantada çalışanlardan biri gelip yardımcı oluyor. Tepeden tırnağa bitki örtüsü ve mimarisi ile tipik bir akdeniz adası olan Osmanlı dönemindeki adıyla Megisti (Meis) yerleşim itibariyle çok küçük. Buna mukabil büyük ve yer yer derin bir limanı var. Cihan Harbi yıllarından kalma limanda dev savaş gemileri için inşa edilmiş olan azametli babalar halen mevcut.




Akdeniz melodili müzikler eşliğinde yemek yiyip bir şeyler içtiğimiz yerin işleticisi ile konuşmalarımızdan adada ahali sayısının kışın 3000-3500, yazın gelen turistlerle 5000 e çıktığını Yunan hükümetinin adada yaşayanlara doğrudan maaş bağladığını ve doğal olarak ekonominin tamamının Türkiye’den gelen turistler ve yabancı yat turizmi ile döndüğünü öğrendik. Amatör denizcilik ve yat turiziminin ne derece önemli olduğunu bir kere daha görmüş olduk. Bundan dolayı Meis’e giriş çıkışlar için Yunan vizesine gerek yok.

Akdeniz filminin müziği sanki kulaklarımızda yankılanarak liman boyunca yer yer içerilere girerek yaptığımız küçük ancak manzarası harika gezi ile adayı neredeyse tamamen dolaşmış olduk. Bunlara ek olarak diyebilirim ki Meis’te Yunan ahalisinden çok kedi ikamet etmekte. Daha önce hiç bu kadar yakın ve yabancı bir kara parçasından memleketime bakmamıştım. İnsan kendini bir tuhaf hissediyor.

Doğanın cömertliği burada da kendini hissettirmekte. Limanın tam ortasında liman ağzına bakar bir pozisyonda durduğunuzda arkanızda yükselen tepeler ve üzerindeki evler bir Roma tiyatrosunun caveası (basamaklı oturma alanı) ve halk olarak düşünülebilirse, karşınızda bir duvar gibi yükselen Anadolulu Alaca Dağ karşısında, olduğunuz yerde kendinizi su ile doldurulmuş bu Roma anfitiyatrosunun mavi orkestrasında gibi hissediyorsunuz.

Sezon sonu olmasına rağmen Meis, 16. YY Akdeniz'inde nam yapmış bir korsan adası olan, Turgut Reisin de üs olarak kullandığı, Tunus açıklarındaki Cerbe Ada'sı gibi her milletten zevat ile dolu. Turistlerin çoğunluğunu Türk'ler oluşturmakta.

Tüm dükkanlar dahil olmak üzere Duty Free dükkanından alışveriş için avro gerekli ve fakat yemek içmek için, yani lokantalarda Türk Lira'sı da kullanılabiliyor. Fiyatlar çok yüksek olmamakla birlikte bunda sezon sonu olmasının da etkileri olmalı diye düşündük. Mesela lokantadan aldığımız avrolar ile 3 kişilik ekibe bir de 10 avroluk büyük şişe bir Metaxa (bir çeşit kanyak) dahil ettik. Akşam üzeri manzarası hariç her yönden mütevazi bir sofrada karnımızı doyurup, gün batımına yakın saatlerde demiri vira edip geri dönüş yoluna koyulduk.


Gün batarken aksam saatlerinde çıkan lodos kerte günbatısı gelen imbata karşı tam arma orsalı, 220 yönünde, 36. paralele doğru dümen tuttuk. Yüzümüzü yalayan rüzgar, Balıkçının da dediği gibi Akdeniz’in dümdüz ovasında mavi mavi yayılarak önce yelkenlerimizi dolduruyor bize yol verdikten sonra da yine kızıl-griye çalan uygarlıklar denizinde yoluna devam ediyordu. Kalın giysiler içinde seyir fenerleri açık olduğu halde 50 metre üzeri tiçaret gemilerinin arasında çatışmalardan kaçınarak ve bazılarıyla işaretleşerek, ay ışığından mahrum, 36. enleme kadar yükseldik. Ardından tremolalar ile biraz daha yükselmek istedik ancak tam kerte günbatısına dirise eden ve şiddetini arttıran rüzgar rota üzerindeki hızımızı çok kesti. Başlarda rüzgarı iskele kontraya alınca 10 yönünde doğuya dogru yol alabiliyorduk. Bu halde kah cenoaya camadan vurarak kah cenoayı tamamen kapatıp, ana yelken ile motora yol vererek ışıksız gecede fenerleri saymaya başladık. Önce Kalkan açıklarındaki Çatalada Feneri geldi ilerleyen saatlerde Ovagelemiş (Patara) açıklarında iken rüzgar dirise edip önce sancak baş omuzluktan sonra kemere hattından esmeye başladı saat gece 03-04 gibi bir ara apaz seyrinde 6-6,5 knot gidiyorduk (Bu zaten 8.5 luk aloanin maksimum kütük hızıdır). Bu şekilde başta kaybettiğimiz zamanı geri kazandık ve gün ağarmasına yakın Kötü Burun fenerini bordaladık. Bu yıldızlı ve soğuk gecede geçen saatler içinde havuzlukta şarkılar, türküler, muhabbet zihinleri dinç, içimizi sıcak tutmuştu. Sabah saatlerinde kalan hava ile motora yol vermemizin ardından, saat 06:30 sularında pruvamızdan 10 mil mesafede güçlükle seçilen Dökükbaşı fenerinin görünmesi ile havuzluktaki törensel bir kutlama eşliğinde Metaxayı açtık. Bundan sonra günün kalanında rüzgarsız havada önce Gemiler’e girip kahvaltı ettik ardından akşamı geçirmek üzere yelkenleri hissa edip öğleden sonra 3-4 gibi Port Göcek’e palamar verdik.

Ertesi gün o yorgunluğun üzerine kalan iki günümüzü körfezde 3-4 rüzgarda balon yelken antrenmanları yaparak geçirdik. Bu arada daha önceden de bir defa gecelediğimiz Manastır koyunda geceledik.
Düşük istim geçen iki günün ardından dönüş günü hala bütün eklemlerimizde 36 saatlik seyrin yorgunluğunu hissediyorduk. Port Göcek'te Hasan Kaptan ve ekibine teşekkürlerimizle tekneyi teslim edip vedalaştık ve ardından yüreklerimizde denizden uzaklaştıkça kabaran bir sevda ve kulaklarımızda mavi yeşil bir türkü ile Ankara yollarına koyulduk...

(Fotoğraflar: Alper Ünver)