19 Kasım 2009 Perşembe

Hey babalar be!

Bazılarınızın gözlemlediği üzere bir süredir, uzun süreli ve maceraperest deniz/okyanus seyahatlarine nasıl katılınır konulu tezimi hazırlıyorum :) Karşılaştığım ilginç bir bulguya dikkatinizi celbedeceğim:

Bu amcalar dünyanın birkaç köşesinde birden yelkenli tekneler ile maceraperest turlar düzenliyorlar. Siteyi GoogleTranslate ile inceledim, zira Almanca! En çok üzüldüğüm 22 Kasım'da Atlantik geçişine başlayacak bir tekneye katılmak içi geç kalmış olduğumdu. Ve ne yazık ki Nisan'a kadar Atlantik geçişi yok başka. Ama zilyon tane seyir var o ayrı. Bu arada amcalar Horn Burnu seferleri de düzenliyorlar, hatta Horn'dan Antarktika'ya gidip gelme turunu gördüğümde dibim düştü. Fiyatlar da astronomik değil. Horn burnu harici etkinliklerin fiyatı 4 haftalık (okyanus geçişi) 3000 Euro, 2 haftalık 1250 Euro, haftalık 500-600 Euro dolayında. Bir sorun olasılığı var yalnız: eğer kaptan ve tayfa hep Almanca konuşan bir seyir ekibi oluşursa nice olur halimiz :)

Bir efsane: Aloa 27 :)

Buyrun bakalım, Alper Kaptan'ın elinden, aşina olduğumuz kıyılarımızın enstantaneleri ile bezenmiş, sanatsal, rahatlatıcı, "ah o gemide ben de olsaydım!" dedirten bir klip. İyi seyirler..

13 Kasım 2009 Cuma

4 Kasım 2009 Çarşamba

Lambuka lambuka!

Sezon kapanışında yapılan bir Göcek seyir etkinliği ile tekrar karşınızdayız. Üç kişilik mürettebatımız (Yalın, Koray ve Özgü) ve sayımıza uygun boyu ile gönüllerimizde taht kuran ceviz kabuğu Aloa 27 teknemizle rüzgarı, güneşi ve balığı bol bir seyir geçirdik. Elektrikle çalışan, motor hariç bir parçası olmadığından arıza yaşamak da pek mümkün olmayan ceviz kabuğumuzda stressiz bir etkinlik yaptık. Bununla beraber, yelken deneyimi olarak büyük bir tekneyi de hiç aratmadı. Aksine, her gün güzel rüzgar yakaladığımız ve az kişi olduğumuz için yelken açma/kapama ve manevralarda herkese bol iş düştü. Bununla da kalmadık, tek kişi veya iki kişi koylara giriş ve çıkışlar nasıl yapılır, yelken manevraları nasıl kotarılır gibi egzersizler de yaptık. Tüm bunlar bir etkinliği güzel kılmaya yetmezmiş gibi bir de çektiğimiz sırtı ile yakaladığımız ve ismini sonradan öğreneceğimiz 50 cm.’lik lambuka bizi zevkin doruklarına taşıdı.

1. Gün

29 Ekim sabahı vardığımız Göcek’te her zamanki tekneye yerleşme, alışveriş ve yani başlayanlar için (Özgü) tekne ve yelken brifingi verme işelerini yaptık. Alışveriş için önce Budget Sailing ofisinin arkasında yeni açılan Carrefour’u denedik ama kısa sürede hem çeşit azlığından hem de fiyat yüksekliğinden sıkılarak alışverişi yarım bıraktık. Yine de o ana kadar sepete atmış olduklarımız Carrefour’un yanına kar kaldı. Migros’ta tamamladık alacaklarımızı. Ardından sırtı çekmek için bir olta takımı almaya gittik. İki tane tecrübesiz Koray ve ben, başarılı bir takımın nasıl olacağına ilişkin spekülasyonlar yaparak ve fiyatı da abartmamaya çalışarak 30 TL’lik ekipman aldık: Bir hazır yalancı balıklı takım, esktra olarak Koray’ın gözüne kestirdiği bir yalancı balık ve birkaç ağırlık. O anda olacaklardan tamamıyla habersizdik..

Kahvaltı+öğle yemeği klasiği olarak kıymalı ve peynirli börekleri de mideye indirdikten sonra tekneye dönüp 13:00 ‘vira demir’ dedik. Tabi o lafın gelişi, aslında iskeleden ayrıldığımız için ‘abi sen palamarı suya bırakınca biz kıç halatlarını boşluyor ve yol veriyoruz, ok mi?’ dedik.



Mürettebat

Fethiye Körfezi’nde güzel rüzgarda biraz yelken yaptık ve oltamızı denedik. Başarı elde edemedik ve ertesi gün yalancı balığı ve ağırlığı değiştirmeye karar vererek topladık. O anda halen olacaklardan habersizdik.

Daha önce gecelemediğimiz koylardan biri olan körfezin kuzeyindeki Katrancı Koyu’na gittik ve bazı ailelerin piknik yaptığı kumsalın önüne demirleyip kıçtan kara yaptık. Gece rüzgarın yön değiştirip demirin tarama ihtimaline karşın saatte bir kalkıp kontrol etmeye karar verdik. O anda gece ikiye kadar öksürük nöbetinden uyuyamayacağımdan habersizdim. Bileydim ikiye kadar olan nöbetleri alır, diğerlerini Koray’a bırakırdım :)

Akşam yemeği hazırlıklarında ise etkinliğin ilk ve en büyük şansızlığı ortaya çıktı. Alışveriş sırasında tuz ve ayrı ayrı baharatlar almak yerine çeşni almıştık. Tuzu bol olduğundan yemeklere ondan koyarız diye düşünmüştük. Yumurataya, salataya ne koyucaz sorularına ise ‘bundan döküdöküverriz’ diye cevaplayarak konuyu kapatmıştık. Lakin akşam fasulye yaparken Koray çeşniden döküdöküvermesine rağmen yemek bir türlü tuzlanmadı ve yaptığımız teknik incelemelerle karışımın tuz ağırlıklı değil de sarımsak ağırlıklı olduğuna karar verdik. Saraylara layık sarımsaklı fasulye ve sarımsaklı salatayı (zira kutunun yarısını boşaltmıştık bile) mideye indirdikten sonra en azından sağlıklı bir yemekti diye avunduk ve kutunun üzerine ‘tuz ilave etmeyiniz’ yazdığı için çeşni üreticisine dava açmaktan vazgeçtik.

2. Gün

Sabah güneşlenmesi ve yüzmesinin ardından koydan ayrıldık. Tek kişi tekneyi nasıl çıkarır sorusuna cevap arayaraktan, kıç halatını çözen kişinin tekneye gelmesi, halatı toplaması ve öne gidip çapayı çekip tekneye alması ve ardından yol vermesini denedik. Oldu ve hatta az rüzgarlı havada yelken marifetiyle bile rahatlıkla çıkılabileceğine bol keseden sallamalara bile giriştik.

Kızılada açıklarında faça yelken çalıştık. Faça yelken: Cenovayı ters yönden doldurup ana yelkeni boşlayarak rüzgarı başomuzluktan alırken yekeyi diğer yöne alabandaya dayayıp tekneyi dengede ve çok düşük hızda tutma. 2-3 bofor havada yaptığımız bu denemede tekne yüzme hızında yol almaya devam etti. Bu gözlemimizi doğrulamak amacıyla Özgü suya girerek sakin tempoda yüzdü ve eşit yol aldığımızı gördük. Ardından Özgü’nün ‘su çok güzel’ beyanatını doğrulamak amacıyla ben suya girdim. Koray da keyfine düşkünlüğünü doğrulamak istercesine havuzlukta kahve içip sigara tüttürdü.


Faça yelken esnasında.

Akşam Tersane Koyu’na gitmeye karar verdik. Ben körfez içindeki güzel rüzgarda yine faça yelken diye tutturdum ve deneme sonucu aynı şekilde yüzme hızında ilerleme sonucu ile karşılaştık. Okuduğum kaynaklarda fırtına sırasında teknenin 1-2 knot hız ile geriye kayıyor olduğu yazıyordu. Sanırım bu bilgiyi doğrulamak için fırtına beklemem gerekecek :)

Ne yazık ki parça modifikasyonlarına rağmen, her çektiğimizde, oltamız dımdızlak haliyle sudan çıktı ve biz nerede yanlış yapıyoruz soruları nöronlarımızda tekrar dolaşmaya başladı. Ve tabiki hala olacaklardan habersizdik…





Ceviz kabuğunun mutfağı, salonu ve tuvaleti (aynı zamanda lavabosu:)


3. Gün

7-8 tekne eşliğinde ve iskeleye bağlanmadan sakin bir gece geçirdiğimiz Tersane Koyu’ndan sabah 9:00 gibi ayrıldık. Tersane Adası ile Domuz Adası arasında uzun boğazdan geçerken, olta ağırlaştı mı yoksa bize mi öyle geliyor konuşmaları arasında Koray toplamaya başladı ve ucuna geldiğimizde gördüğümüz yeşil bir derya kuzusu hemen kalp atışlarımızı hızlandırdı. Küçük iğnelerden birine yakalanmış olan palamutu gözümüz görmüyordu bile, en arkadaki yalancı balığa atlayan ve o anda bize devasa gözüken balığa odaklandık. Panik yapmadan hareket ettik, hemen yavaşlamadık çünkü balık bizi geçerek iğneden kurtulabilirdi. Misinayı hep gergin tutarak biraz daha yorduk yeşil kuzuyu. Sonra sakince aldık, hayvancağızda pek hal kalmamış olacak ki doğru dürüst çırpınmadan geldi havuzluğa. Havuzluktaki çırpınmalarına son vermek için gözünün üstünden kafasına bıçak sapladık. O şekilde hemen öldürebileceğimizi öğrenmiştik ama pek iyi öğrenememişiz demek ki hayvan epey acı çekti.



Lambuka! Henüz tekneye almadan önce ve aldıktan sonra gurur içerisinde.


Bu sırada fotoğraf fotoğraf diye bağırırken Özgü imdadımıza yetişti ve gurur kaynağımız olan balıkla pozlar verdik. O anda bütün bilgisiz ve beceriksizliğimizi unutmuş kendimizi balıkçı ustası sanmaktaydık. Daha dün cevap arayan nöronlarımız arasında artık mutluluk sırasında salgılanan narkotik sıvılar dolaşmaktaydı. İstemsiz gerilen yanak kaslarımızla birer Joker oluvermiştik bile. Özgü de o harala güreleye bakıp bunun pek sık karşılaşmadığımız bir manzara olduğunu anlamıştır herhalde.

Sakinleşmek için Körfez dışındaki Büyük Ağa Koyu’na gidip demirledik, karnımızı doyurup suya girip kendimize geldik ve asıl soru ile karşılaştık: ‘Bu ne balığı yahu?’. Arkadaşlara balığın fotosunu gönderip internetten araştırtma planını teknik aksaklıklar neticesinde yerine getiremeyince, Göbün’deki restoranın sahibi Muammer’i arayıp balığı tarif ettik. Sırtı boydan boya yüzgeçli ve yeşil, karnı başa ve kuyruğa doğru sarımtırak, yassı bir vücut, sudan çıktığında fosforlu mavi benekleri vardı ama şimdi koyu lekelere dönüştü:( Tam teşhis koyamamakla beraber zehirli bir balık olan balon balığı olmadığını öğrendik en azından. Ayrıca akşam restorana götürüp pişirtmeye karar verdik. Balıklarımızı temizleyip buzun yanına yatırdık.


Ağa Limanı'nın Büyük Ağa Koyu'nda her zaman hayran kaldığımız berrak su!

Göcek Körfezi’ne tekrar girdik ve fırışka rüzgar eşliğinde yelken yaptık. Bir ara kuvvetli rüzgarda ben yine faça yelken deneyelim istiyorum ama Koray ‘yeter be artık’ diye bağırmak üzere ağzını açıyor ve daha ses bana ulaşmadan gelen tükürük zerrecikleri ile hemen ikna oluyor ve fikrimi değiştiriyorum :)

Sabırlı olmayıp oltayı tekrar salladık ve ikinci bir palamut daha yakaladık. Artık çok sakin bir şekilde, yılların balıkçısı edasıyla, bizim yeşil kuzunun yanına meze yapmak üzere tekneye aldık. Oltayı da kaldırdık, yiyebileceğimizden fazla balık tutmamak için. Ben bir ara ‘ikinci bir büyük balık tutsak, onu da restorana verip pişirtme işini bedavaya getirsek’ diye düşündüysem de çabuk uzaklaştık bu fikirden. İyi ki de öyle yapmışız zira bizim Kapı Creek Restaurant işi öyle büyütmüş ki balığa para ödemeye yeltenmezlermiş bile.

Göbün (ve restoran) sezonun son haftası olmasına rağmen kalabalıktı. Restoran önündeki iskele tamamen, yanlardaki iskeleler de yarı yarıya doluydu. 13-15 tekne vardı yani. Balığımızı gösterip adının lambuka olduğunu öğrendik, meze ve içkiyi onlardan almak şartıyla anlaştık. Akşamleyin, bol para bırakan turistlerin doldurduğu sıcak salonda yer bulamayıp, hafif serin salona yerleştirildik. Mezeler her zamanki gibi güzeldi. Yanına da bir 35’lik Yeşil Efe devirdik. Bizim yeşil lambukanın yanına iyi gitti doğrusu. Izgarasını yediğimiz bu balığın tadı damağımızda kaldı. Hatta ben palamutlara burun kıvırıp yemedim bile. Koray sağolsun ziyan olmadı onlar da. Hesap elbette az değildi ama balığımızı getirerek 30 ila 50 TL az ödedik diye hesapladık önceki tecrübelerimizle karşılaştırarak.

Gece benim öksürük nöbetim yine geldi. Boğazımdaki bir rahatsızlık gece olunca azıyor ve istemsiz öksürmelerle uykuyu bana haram ediyordu. Bal, ballı süt, boğaz gargarası gibi çeşitli şeylere denememe rağmen önünü alamadım. Hayır kendimden geçtim, teknede uyuyanları uyutmayacağım diye endişeliyim bir yandan. O akşam da Koray içerde yatıyor benim gibi. Neyse sabah öğrendim, uykusu bölünmeden horlama ve sesli gaz salınımı yapabilen Koray arkadaşımız zaten benim öksürme seslerimden zerre kadar etkilenmemiş bile. Ben öksürmüyor olsaydım onun seslerinden etkilenir miydim, bu soruyu cevapsız bıraktık :)

Uykusuz geçen saatler bana kitap okuma olarak döndü, Bernard Moitessier’nin 1969’da Güney Okyanusunda tek başına yaptığı seyrin tasvirleriyle hayal kurdum. Buz dağları, göçmen kuş sürüleri, yunuslar, geceleri denizin ve göğün yaptığı ışık gösterileri..

4. Gün

Kahvaltıyı müteakip Göbün’den ve Göcek Körfezi’nden çıktık. Rüzgarı beklemek için Küçük Kapıdağ Yarımadası’nın güney doğusundaki geniş koya girdik. Aslında burası tam Göbün’ün arkası oluyor ve kumsala yüzünce farkettim ki daha önceki bir seyirde Göbün’de bir sabah yürüyüşünde buraya gelip yüzmüştük, hatta keçileri olan Ramazan’la muhabbet etmiş, keçi yavruları ile oynamıştık.



Bir gece bir gündüz manzarası. Bilin bakalım hangisi gece?

Fethiye tarafı kapkaranlık ve yağmur altında gözümüzün önünde iken, biz güneşlenip denize girdik. 12:15’te demir alıp Fethiye’deki karaltıya doğru yol almaya başladık, çünkü tekneyi orada teslim edecektik. Rüzgar kısa zamanda çıktı ve 3.5 saat sürecek ve Fethiye’de Ece Marina’nın önüne kadar bizi taşıyacak kesintisiz yelken seyrine başladık. Her ne kadar Güney Okyanusu değilse de güzelliklerle dolu bir seyirdi. Kolayımızda gelen rüzgar, tam dolu yelkenlerle apaz seyri, havuzlukta uzanarak yeke tutma. Rüzgarı hissederek, suyun teknenin altından kaymasını ve hatta hızımız nedeniyle pervanenin dönmesini dinleyerek, denize karşı değil de denizle bütünleşerek yapılan bir seyirdi.

Bu arada Özgü’nün yaptığı makarna ve yanındaki harika sosu da yiyerek midemize bayram ettirdik. Ece Marina’da pontona ve mazot istasyonuna yanaşmaları yine tecrübe hanesine yazdırdık. Dört günde 16 TL’lik mazot yakmışız bu arada. Duş alma, hesap kitap, eşyaları toparlama işlerine giriştik. Hava karardıktan sonra tekne ile gelen Hasan Kaptan’ı karşıladık. Onunla ve ceviz kabuğumuzla vedalaşarak marinadan ayrıldık.

Yazı: Yalın Baştanlar
Fotoğraflar: Özgü Nursal