17 Ekim 2007 Çarşamba

marifetli tekne

'Volitan' adlı tekne yakıt bağımlılığını tamamen ortadan kaldıran, 18-20 deniz miliyle gece ve gündüz sürekli yolculuk yapabilen, yüksek manevra gücüne sahip, 32 metrelik bu yolcu teknesi, kurşun şarj pilleri yerine jel akü kullanıyor. Yelkenler de tasarlandığı şekliyle mevcut denge sorunlarına çözümlemeler getiriyor.
haberin bağlantısı burada





http://www.designnobis.com/
Volitan video

7 Ekim 2007 Pazar

Tarihte Bugün, 7 Ekim


Mümtaz Arıkan, Cumhuriyet Gazetesi

27 Eylül 2007 Perşembe

30 Temmuz – 4 Ağustos 2007 Göcek-Meis-Göcek















Teknemiz MTM Yatçılık’tan kiraladığımız 2006 model bir Bavaria 33.
Kadromuz 5 kişi. Kaptan-ı derya Ispir, kaptan yardımcısı Oylum, balıkçı Yalın, gizli kaptan Evren ve turistimiz Ozgur. Ankara’dan Göcek’e arabayla gittik ve gece tekneye vardık.Geceden alışverişimizi ettik. Sabah erkenden yola çıkma planımız vardı ama teknede bazı sorunlarla karşılaşınca mecburen sabah tamirciyi beklemek zorunda kaldık. Akülerden biri (servis aküsü) 220Volt’tan şarj olmuyordu. Sorun sabah çözülemedi, zaten yolda 220 Volt’umuz olmayacağından sorunu önemsemedik. GPS’in kablosu kopmuştu, onu da firmadan el GPS’i edinerek hallettik. Tekne brifinginin ardından 11:00’de ancak yola çıkabildik.

Gündüz biraz yelkenle oynayarak akşama doğru Soğuksu Limanı’na gittik (Gemiler Adası’nın biraz doğusunda). Çok kalabalıktı. Asıl korunaklı koya değil de yanındaki koya demir attık. Hava azdı ama açıktan gelen ölü dalgalara maruz kalan teknede uyumak pek kolay olmadı. Hem gece yolculuğu keyfi yaşamak hem de yarınki yolumuz uzun olduğundan geç kalmamak için gece 3:00’te yola çıktık. Sabah 8’e kadar motorla yol aldık, rüzgardan yana şansımız olmadı. Sonradan 1-1.5 saat hafif rüzgardan faydalanmaya çalışarak Patara Kumsalı’na vardık. Pırıl pırıl deniz çok hoşumuza gitti ve durup kahvaltı etmeye kalktık ancak kısa zamanda oyuna geldiğimizi anladık. Kumsaldaki akıntı nedeniyle teknemiz kıyıya paralel durdu ve açıktan gelen kıyıya paralel dalgalar teknemizi hacıyatmaz gibi sallamaya başladı ve kahvaltı etmek şöyle durun zaten uykusunu alamamış tayfanın iyice midesi bulandı. O yüzden kahvaltı faslını kısa keserek sallantıdan kaçmak amacıyla kendimizi pırıl pırıl sulara bıraktık. Su buz gibiydi, plajın kuzeybatısında suya girdik. Belki denize dökülen tatlısu akıntı ile bulunduğumuz yerden geçiyordu. Güneydoğu tarafında o kadar soğuk olmayabilirdi.

Ardından yarı motor yarı yelken Kalkan’a kadar devam ettik ve 12:00 gibi limana yanaştık, ancak o kadar sıcaktı ki gece kalmamaya karar verdik, 3:00 gibi ayrıldık. Kalkan limanında gece kalış 40 YTL, elektrik ve su kullanımı ile + 10’ar YTL. 19:00 gibi Kaş Limanağzı’nda (Fener koyu) demirledik. Limanağzı hem batıya kapalı, hem biraz rüzgar esiyor, hem pırıl pırıl deniz, kıyıdaki kayalar kıç halatı için uygun, çok memnun kaldık kısacası. Gemiler’den Limanağzı’na 4 saati mola 16 saatte varmış olduk.

Sabah Kaş Limanı’na uğrayarak su depomuzu doldurduk ve buzdolabı yeterince iyi soğutmadığından buz aldık. Kaş’ta yanaşma 10 YTL, elektrik ve su +5’er YTL, geceleme +15 YTL. Öğleye doğru Meis’e hareket ettik.

Meis'ten manzaralar

Yarım saatlik bir yolcuğun ardından Meis Limanı’na vardık. Limana girince tam karşıdaki kıyıya restoranın önüne aborda olduk. Restoran sahibi bizi karşılayarak halatımıza yardımcı oldu. Bir saatlik bir şehir turu attık öncelikle. Zaten o kadar küçük bir şehirde daha uzun bir tur atmak da zor. Limanda yürüdük, freeshop’a girdik çıktık (bişey almadık), fenerin olduğu tarafta tepeye çıktık manzara seyrettik, ardından aşağı inip arka sokaklarda biraz dolandık. Evler çok güzel, renkli, sokaklar çiçekli, bakımlı. Sonra Restoran Amca’da ahtapot salatası ve karides yedik, bira içtik. Karidesten memnun kalmadık, çok küçük ve kabuklu olduğundan yemekte zorlandık. Biraları o ısmarladı diğerleri için ise 20 Avro aldı, güleryüzlü bir insandı.

Derya kuzusu bunlar..

Akşama doğru Kalkan’da Yeşilköy Limanı’na vardık, geceyi geçirdik. Ertesi sabah yola koyulup Gemiler’e döndük, 8 saatlik motor seyri yaptık, ne yazık ki rüzgarımız olmadı. Ancak seyir eğlenceli geçti çüm tam bir balık şöleni yaşadık. Patara önlerinde derinliğin 50-90 m. arası seyrettiği bölgede çaparimiz neredeyse hiç boş kalmadı. Daha atıp misinayı boşaltasıya tekrar palamutlar takıldı, bu balıkların bir kısmını da çekerken kaçırdık hatta. Martıları üşüştüğü bir bölge de gördük, herhalde balık zenginliği diye düşündük ama martılar oltaya takılmasın diye çok yanaşmadık. Akşam yemeğini çıkarınca oltayı topladık. İlk gün Dökükbaşı’ndan geçerken ve ikinci gün Kaş açıklarında da akşam yemeğini renklendirecek kadar palamut yakalamıştık. Balıkların boyu her gün biraz daha büyüdü yalnız!

Bu sefer Soğuksu’ya değil direk Gemiler Adası ile plaj arasındaki bölgede demir attık. Çok kalabalıktı, jet-skiler bananalar, sosisler, habire tekneye gelip yiyecek içecek dondurma satamaya çalışan boylar. Hava oldukça sakindi, geceyi de alargada durarak geçirdik. Sabah önce 8:00 gibi Gemiler Adası’na çıktık, tarihi kalıntıları gezdik, fotoğraflar çektik. 5. yüzyıldan kalma kiliseler. O zamanlar adalar kutsal sayılıyormuş ve kiliseler de bu yüzden adalara yapılıyormuş. Gemiler Adası’nda beş kilise var.



Gemiler Adası kalıntılarından..




Saat 10:00 gibi turlar gelmeye başladı biz de demir alıp ayrıldık. Yalnız seyrin başından beri geçen sürede servis akümüz giderek kötüleşti ve motorla da kendini şarj etmemeye başladı. Daha önce karşılaştığımız buzdolabı sorununa ek olarak artık ırgat da çalışmaz hale geldi ve demiri zor aldık. Tekneyi sabah teslim edeceğimizden akşam Göcek’e dönmek istemedik. Demir atmaya da çekindiğimizden Taşyaka koyuna giredek iskeleye yanaşmaya karar verdik. Akşama kadar Göcek Körfezi içinde yelken yaptık ve körfezin nasıl rüzgarsızlığın içinde rüzgar havuzu yarttığına bir kez daha şahit olduk. Guletleri yelken açmış görmek de ayrı bir zevkti.

Taşyaka çok güzel, ağaçların arasında denize girilen bir yer. Yan teknede kalan denizci değil eğlenceci tiplerden biraz rahatsız olduysak da rahat bir gece geçirdik. Kalma parası istemediler diye restorandan alışveriş edelim dedik ancak iki tabak kalamar için 40 YTL verince pişman olduk, yine aynı hasaba geldi :)



Taşyaka.

Taşyaka aynı zamanda Bedri Rahmi koyu diye de geçer. Burada ilk mavi yolculukları düzenleyenlerden Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Azra Erhat'ın kayalara yaptığı resimler de bulunur. Sabah tekneyi erken teslim edeceğimizden bu sefer uğrayamadık bu eserlere. Port Göcek'e girmeden mazot iskelesine uğrayıp mazot aldık, sezon için sabah 8:00’de açılıyor. İskelede kimse yoksa kanal 72’den Club Marina’yı anons ederek çağırabilirsiniz. Motorun çalıştığı saat başına 2 litre mazot tüketmişiz. Rölanti ve seyirde gitiğimiz zamanların ortalaması, halbuki bize 4 litredir diye bilgi verilmişti ama o herhalde tam gaza yakın bir tüketimde olabilir.

Sonuç olarak, yazdı, sıcaktı ama oldukça da keyif aldık. O sıcakta karada, limanda olmak hiç çekilmiyor, gündüz hep denizde yelken veya motorla yol alıyor olmak lazım. Bu bağlamda yazın gece seyri de anlamsız çünkü gündüz bir yere demir atmak başlı başına bir işkence. Ama sıcakta denize girmesi de çok keyifli, insanın çıkası gelmiyor.

Not: Bu yazının bir kopyasını Turkishwaters.com'a da koydum.

24 Ağustos 2007 Cuma

Bahri Muhiti Kebir, 9uncu enlemden ...

Deryalar 1-2 bofor gayet sakin, ruyet mukemmel derecede, askerin morali iyidir.
Evvelsi gun, kafirin "Alvin" dedigi tahtelbahir ile yaklasik 1800 metreyi gorup gelmisizdir. Ilk dakikalarda biraz ucuklamissak da, 300 metreden sonra ,mutlak karanlikla beraber tuhaf bir haleti ruhiye icine girip denizle bir olmususzdur. Dipteki hayati gorunce de saygiyla karsilamis, adamlari rahatsiz ettigimiz sonucuna varip durumdan utanmisizdir. Geri donuste ise suyun yavas yavas aydinlanisi ve yuzeye cikis tecrubesi apayri bir olay olmustur.

Velhasil kelam, tespitler
- Termodinamik kaideleri orada da gecerlidir.
- Deniz her yerde denizdir, hele yelkenler ruzgarla doldu mu denizlerin sultanisindir.
- Insan efendi olup, oyle ikide bir dalip cikip hayvanlari dipte rahatsiz etmemelidir.

Buralara beraber yelken basmak dilegiyle,
Bostancibasi - (infaz yakindir)

Bu maceranın yazısını Alvin - Ocak 2007 bağlantısından okuyabilir resimlerini izleyebilirsiniz.

22 Ağustos 2007 Çarşamba

Zakkum Çiçeği

Amatör denizci dostlar!

Büyük Usta Sadun Boro'nun yine bir başka usta Haldun Sevel ile bir rakı masasındaki görüntülerini veren iki tarihi videoyu alakanıza sunuyorum. Özellikle ikinci bölümdeki Kısmet'in Koca Yusuf vinci tarafından suya indrilişinin anımsatılması ile Büyük Usta'nın zihninde canlananlar gözlerinden okunuyordu. Umuyoruz ki ülkemizin amatör denizciliğinin duayeni daha çoook uzun yıllar Okluk Koyu'nda teknesi Kısmet ile mütevazi yaşamına devam eder.

Bu defa kulağının ardına yerleştirdiği küçük zakkum çiçeği ile insanlara, minimalist ve doğal yaşamın güzelliğini ve gerekliliğini kendine özgü bir naiflikle anlatmasını bilen Büyük Usta'mızı ziyaret edip elini öpmeye ne zaman gideceğiz?

Sadun Boro'yla bir akşam yemeği (1.bölüm)

Sadun Boro'yla bir akşam yemeği (2.bölüm)

19 Ağustos 2007 Pazar

Ağustos-Eylül Fırtına Takvimi

Yaz mevsimi yavaş yavaş geride kalıyor... Lakin amatör denizcilerin favori ayları olan eylül-ekim ayları yaklaşıyor. Bu bağlamda önümüzdeki dönemin fırtına takvimi ve önemli doğa olaylarını not etmekte fayda var:

18 Ağustos: Fırtına
20 Ağustos: Fırtına
21 Ağustos: Yaprakların sararması
22 Ağustos: Fırtına/Yağmur
24 Ağustos: Sam rüzgarlarının sonu
28 Ağustos: Leyleklerin gitmesi
29 Ağustos: Fırtına
31 Ağustos: Mihrican Fırtınası

2 Eylül: Fırtına (3 gün)
3 Eylül: Meyvelerin olgunlaşması
6 Eylül: Bıldırcın geçimi Fırtınası
8 Eylül: Koç ayırma zamanı
13 Eylül: Çaylak Fırtınası
19 Eylül: Fırtına
21 Eylül: Fırtına (iki gün)
24 Eylül: Kestane karası Fırtınası
28 Eylül: Ağaclarda su azalması
30 Eylül: Turna geçimi Fırtınası


10 Ağustos 2007 Cuma

...

Müsvedde ve taslaklarındaki başlıksız bir yazıdan alıntı…

Payını hak olarak tanıdıktan sonra artık “reis” unvanına layık olabilmek için gelenekten başka hiçbir haksızlığa tahammül etmeyeceklerini, tayfanın ve çalışmanın hakkına büyük bir saygı ve titizlikle göz kulak olacaklarını sanır… ve bu gece yarısından hemen sonra çıkılan tatlı işin babadan oğla geçen hak kanunlarıyla idare edildiği idealini düşünür, ortalıkta daha hiçbir aydınlığın ve sabah sisinin bulunmadığı saatlerde uyandığım zaman bu ideal mesleğe girenlerin dünya yüzünde aldıkları “balıkçı” ismine derin bir sevgi duyar, yatağın içinde ateş gibi tayfalar, reisler, namuslu kayık sahipleri ile dolu bir dünya, bir ada hayaliyle yeniden uyurdum.

O insanların sesleri gelirdi. Her şey şairane idi. Üstünden daha sisi kalkmamış, tüter gibi deniz. Pırıl pırıl, başı kıvrık, havaya kalkmış, yine baş tarafına mavi zemin üstüne yaldızla yapılmış Picasso balığı ve Picasso çiçekli kayık, bilekleri boğa başı bükecekmiş gibi kalın ve tüylü hamlacılar *, kıçta ağarmış kasketinden lif lif ağarmış saçları fırlamış reis. Mantarları ve taşları intizamla dizilmiş, güneşte esmerleşmiş insan derisi ağlar…

Yüzlerce uyuz kedinin kıyıda beklediği ve köylerin balıkçı sevincinden anladığı ılık bir kış sabahı idi. Kayık yanaşınca buluttan sıyrılan parlak bir güneş lebalep sardalya dolu kayığı, ellerine, saçlarına ve çizmelerine pul yapışmış kürekçileri bir aydınlanış aydınlattı. İri, sıhhatli insanlardı çoğu. İçlerindeki iki Kürt çocuğu bile gülen dişleriyle hiç olmazsa sıhhatte idiler. “Şemşir-i hücum” isimli motor da kayığın ta yanına yanaştı. Büyük kepçelerle motora aktarma edilen sardalyayı ağlardan kurtarmaya çalışan insanlar şakalaşıyorlar, gülüşüyorlardı.

Ağın haline diyecek yoktu. Hemen her deliğinden bir sardalya kafası fırlamış, gümüş tenleri yaprak yaprak titriyordu.

― Vay anasını! Dedim içimden, güzel iş balıkçılık.

Bir Heybelili Rum vardı. Elli yaşlarında. Çıplak kafasından, alelade boyu ve posundan umulmayan bir ustalık, maharet ve çalışkanlıkla çalışıyordu.

Herifi hayranlıkla seyrettim. Çalıştıkça gelişti. Çalıştıkça heykel hali aldı. Bir ara baktım ki Zös’ün (Zeus’un) bir ölümlü köylü kızla macerasından doğmuş bir yarım tanrıdır. Onda birçok şeyler silinivermişti. Biz ölümlülerin çocukları ihtiyarlar, çirkinler, tembelleşir, sersemleşir, şu olur, bu olurduk. O birdenbire elli yaşını atıverdi üstünden. Çalıştıkça pazuları şişti. Kış güneşine karşı gömleğini de çıkarmış, bir atlet fanilası ile kalmıştı. Saçı dökülmüş, elli yaşındaki insan kafası bu adalenin kudreti ve çalışma denilen şeyin sevgisi ile yaş denilen insan hükmünü bir kalemde silivermişti. Şimdi o saçı dökülmüş kafası, geniş ve çizgili alnı, tıraşı uzamış ve rengi az buçuk atmış yüzüyle yaş mevhumunu insanlığından ceketi ve gömleği gibi sıyırmıştı. Böyle, bu minval üzere bin sene yaşayabilirdi. Dökülmüş saç, elli yaş sanki bir çocukluk yaşı idi daha. Sanki şimdi daha birkaç senedir çalışmanın zevkli şey olduğunu, insanı bambaşka ettiğini anlamıştı.

Sait Faik Abasıyanık
Büyüyen Eller, Sayfa 135-37, YKY, İstanbul – 2007.
Sait Faik Müzesi Arşivi No:68

* Şemşir: Pers’çe kılıç anlamındadır. Eğimi 15-30 derece arası değişen bir tür süvari kılıcıdır. Türkiye’de (yatağan), Mughal’da (talwar), Arabistan’da (saif) akrabaları vardı. Bu kılıçların tümü de bir Türk-Moğol süvari kılıcından geliştirilmişti.
* lebalep: Ağzına kadar, hınca hınç dolu.
* hamlacı: Kürekli teknelerde serdümene en yakın kürekçi.

29 Temmuz 2007 Pazar

Tarihte Bugün, 29 Temmuz

Mümtaz Arıkan, Cumhuriyet Gazetesi

11 Temmuz 2007 Çarşamba

yeter, deniz tutmasın

her yelken seyrinde bir günümü deniz tutması denen illete kaptırıyorum. bu seyirde kendime sözüm var yeneceğim onu. bunun için internette bulduğum bilgileri aşağıya koydum. kaynakların bağlantıları en altta.

nedeni:
bu illetten beynimize ve omuriliğimize gelen çelişkili hareket bilgileri sorumluymuş. dört ayrı noktadan bize hareket bilgisi geliyormuş:
- iç kulak: hareketin yönünü anlar.
- gözler: hareketin yönünü ve konumumuzu bildiriyor haliyle.
- eklemlerde ve omurgada bulunan basınç algılayıcıları vücudun duruşunu algılar. yani baş aşağı mı, yukarı mıyız, neremiz yere değiyor gibi soruların cevabını verir.
- kaslardaki ve eklemlerdeki alıcılar vücudun hangi parçasının hareket ettiğini söyler.

bu dört yerden farklı bilgiler gelince beynimiz dumur olup dönmeye ve kusmaya neden olurmuş. ya tamam iyi hoş farklı bilgiler geldiğinde niye gidip kusmak gibi bir tepki verir beyin bunu anlamadım. ne bilim kusturacağına burun akıntısı yapsaydı. neyse devam edeyim.

önlemek için öneriler:
- dümen tutmak gibi beyni meşgul eden aktiviteler etkiyi azaltır. (gece seyrinde dümene bırakmamasına yapışmam ve bırakmak istememem bundanmış. zaten bıraktıktan 15 dakika sonra makus talihim beni bekliyordu.)
- yere birşey düştüyse bırakın orda kalsın. eğilmek iç kulağa maximum etki yapar.
- geminin güvertesine çıkıp ufku izlemek.
- tekne içindeki ve üzerindeki sabit bir noktaya odaklanmamak (kitap okumak gibi).
- hareket yönüne zıt oturmamak.
- deniz tutan birini izlememek (geçen seyirde beni izleyerek daha kötü olan arkadaşlar kusura bakmasın)
- keskin kokulardan, baharatlı ve yağlı yiyeceklerden uzak durmak. (artık sabahları öküz gibi sucuk, yumurta, zeytin yağlı ve baharatlı peynir falan yok. zorlamayın beni yemeyeceğim)
- fazla da yememek lazım tabi.
- alkolüde az içmek gerekiyor (off of, neden hoşlanıyorsam yapmamam lazım bu gidişle)
- ani hareketlerden kaçınmak (yatarken aniden ayağa kalkmak gibi)
- aşırı kafa hareketlerinden kaçınmak (bu nasıl oluyor anlamadım, niye kafamı aşırı hareket ettireyim)
- nikotin, kafein, cola, enerji içecekleri ve tuz gibi uyaranları arttırıcı maddelerden uzak durmak.
- kulağınızı müzikle meşgul edebilirsiniz.
- kotü kokudan ve egzozdan uzak durmak

iş işten geçti ve deniz tuttuysa (bunlar benim tecrübelerim):
- ilaçlar bir işe yaramaz
- kamarada uzanıp uyumak iyi geliyor
- kusmak
- kusma uzun sürdüyse sıvı ve tuz kaybını karşılamak lazım.

ilaçlar:
- Dramamine: uyarıları baskılar. böylelikle denge sisteminin etkisini azaltırmış. uyarıları azalttığından dikkatsizlik yapar.
- metpamid veya emadur: uyarıları engellemez, kusmayı önler. böylelikle dikkatsizliğe neden olmaz. tahminim deniz tutmasının kusmak dışındaki olumsuz hallerine engel değildir. gerçi kusmanın engellenmesi büyük bir iyilik olur.

kaynaklar:
http://www.tkbbv.org.tr/HastaBilgilendirme/BasDonmesiVeAracTutmasi.htm
http://www.yelkencilerlokali.org/forum/index.php?showtopic=59&pid=110&mode=threaded&start=

3 Temmuz 2007 Salı

Mavi Yolcu Olmak ve Mavi Gezi...

Yurdumuzda ilk defa dönemin önde gelen fikir, edebiyat ve sanat insanları Azra Erhat, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Sebahattin Eyüboğlu ve Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı) tarafından 50 li yıllarda Bodrum'lu balıkçıların tekneleri ile çıkılan seyirler ile başlayan ve günümüze kadar gelen "Mavi Gezi" ve "Mavi Yolcuları" olgusu yine Cumhuriyet'imizin yetiştirdiği aydın fikirli ve insancıl-hümanist Türk İnsanı'nın yaşantısına güzelliklerle dolu bir pencere açmıştır...

Aşağıdaki yazının satırlarında kendinden mutlaka bir şeyler bulacağına inandığım tüm doğa, tarih ve deniz sever dostlarıma, ilk Mavi Yoculardan biri olan Azra Erhat'ın kaleminden:

1969 Mavi Yolculuğu...



















Mavi Yolculuk’tan yeni döndüm. Bunun kaçıncı yolculuğum olduğunu unuttum gayri. Mavi Geziler o kadar doğaldı ki, gruplar birbirini kovalıyor, biri gelip öbürü gidiyor. Şanlı teknemiz “Hürrüyet” Mavi Yolculuk isteklilerinin hepsini yaz aylarına sığdıramaz oldu....

Kan Ter İçinde

Dostu olduğu kadar düşmanı da vardır Mavi Yolculuğun. Otellerde, motellerde konforlu bir tatil geçirip hem denizden, hem karadan faydalanarak keyif sürmek varken; on beş yirmi kişi niçin ufacık bir tekneye sığar da bin bir güçlük içinde, balığımızı kendimiz tutarak, yemeğimizi kendimiz pişirip bulaşığımızı kendimiz yıkayarak, yatmak, uyumak ve yıkanmak için bir sürü yoksulluğa katlanarak dalgalı denizlere açılırız; neden güzel limanlar varken, ıssız ıssız koylara demir atar da bir dağ başında bir kaç yıkık taş göreceğiz diye, nice çalılıklar arasında kan ter dökerek tırmanır, dikenlere, arılara ve sivrisineklere yem yaparız kendimizi, bunu anlamayanlar vardır...

İnsanca

... Mavi Yolculuk bir eylemdir, insanca bir eylem, yurdumuzun koşulları içinde toplumumuza fayda getirecek bir eylem. Mavi Yolculuğun kurucusu Halikarnas Balıkçısı nasıl çınlayan “Merhaba”sı ile kıyılarını uyandırmış, Bodrum’u yaratmış ve denizi, toprağı ile kocaman bir bölgeyi yaşama ve bilime açmış, onu geçmişi, geleceği ile yerli, yabancı gezginlere tükenmeyecek bir varlık olarak bağışlamışsa; yılda ikiye, üçe çıkarılarak düzenlenen Mavi Geziler de aynı amacı gütmektedir. Çağımızın felsefeleri hep bir yaşam felsefesi olma amacını gütmekte; artık kitapta kalmayıp, hayatta uygulanmak, gerçekleşmek ilkesine dayanmakta...

Renk Renk

Böyle bir ereğe doğru ulaşmak için itici güç, hiç kuşkusuz insanlar arasındaki sevgi ve sevinçtir. Sevincin eğitici gücü bugünden keşfedilmiş değildir, Platon’un Akademia’sı, Aristo’nun Lykeion’u; gerçek ve yaygın eğitimin ancak sevgi ile birbirine bağlı topluluklarda yaşayıp geliştiğini öğretmemiş midir bize? Mavi Yolculuk da böyle bir yaşam felsefesinin, güler yüzlü bir insancılığın dile gelmesidir. Fırıldaklar döner Mavi Yolculuk’ta, renk renk uçurtmalar uçar, balonlar, bayraklar dalgalanır; denizin, toprağın sakladığı bütün varlıklar güle oynaya ortaya çıkarılıp değerlendirilir ve sevgi ile paylaşılır.
Her insan tüm erdemleri ve kusurlarıyla çırılçıplak olup insanlarla birlikte ve öbür insanlar için topluluk içinde yaşar ve çalışır; türküler çınlar, sazlar çalınır, oyunlar oynanır, sabahın dördünde kalkıp gecelere kadar çalışılır ve köyler, koylar, limanlar, kalıntılar gezilir; bir de anıtlar dikilir, çimentoyla su karılır, bir anı bir süs bırakılır her yıl bir koya ve yıllar yılı bu anıtların ne durumda olduğu gidip görülür. O ne cümbüş, o ne sevinçtir; Şehir Adası'ndaki Eller Anıtı'nı, Taşyaka Koyu’ndaki uçurtma mozayiğini seneler sonra sapasağlam görmek!

Bu yaşantıyla on günlük bir yolculukta mutlu yolcu olabilen, Mavi Yolcu olur ömrünün sonuna dek; olamayanı da kendiliğinden silip atar Mavi Yolculuk. Mavi Yolculuğun özü budur...

Azra ERHAT 1969...

Mavi Gezi bir ağaçtır dalları deniz

Mavi Gezi hep yapıldı, hep çıkıldı Mavi Yolculuğa. Neden? Alsın söylesin Bedros Reis:

“Mavi Gezi bir bebektir
Beşiği deniz
Dişleri deniz
Gözleri deniz.”

“Mavi Gezi bir rüyadır görülmemiş
Mavi Gezi bir kitaptır yazılmamış
Mavi Gezi bir masaldır söylenmemiş.”

Mavi Gezi buydu işte. Görülmemiş rüyayı görülmüş kılmak, yazılmamış kitabı yazılmış kılmak, söylenmemiş masalı söylenmiş kılmak. Doğaya karışmak derler ya; Mavi Gezi hem doğaya, hem insana karışmaktır...

Mavi Anadolu, Azra Erhat, İnkılap Kitabevi, 1997.

(Renkli Fotoğraflar: Alper Ünver)

21 Haziran 2007 Perşembe

Yelken dersi videoları

Google video'da veya Youtube'de anahtar kelimelere "how to" "sailing lesson" yazip arattiginiz zaman bir dizi yelken egitim videosu geliyor. Ayni adamin anlaticiligi ile herbiri 2-3 dakikalik ve belli bir konusu olan (ana yelkeni acmak, koc boynuzuna halati sabitlemek v.b.) videolar. Yeni baslayanlar ve bilgisi tazelemek isteyenler icin uygun olabilir. Kucuk teknede anlatiliyor ama mantik ayni. Tabi ingilizce ama bazi terimlerin ingilizcesi bildikten sonra anlasilabilir. Ne olabilir bunlar?

- Starboard: Sancak
- Port: Iskele
- Mainsail: Ana yelken
- Jib: Cenoa (veya flok da olabilir sanirim)
- Tacking: Tremola
- Gybing: Kavanca
- Tiller: Yeke
- To Steer: Dümen tutmak, yönetmek
- Knot: Dügüm

Yeri gelmisken
http://www.catamaranvega.com/vega/
adresi altinda sailing school var. Yine ingilizce dersler var. Peki bunlarin Turkceleri yok mu diyeceksiniz. Duzenli bir ders buldugumu hatirlamiyorum ama incelebilecek sayfa olarak onereceklerim:
http://www.yelkenokulu.com/
http://www.denizce.com/
http://www.yelken.gen.tr/
http://www.adf.org.tr/

ruzgarla kalin..

17 Haziran 2007 Pazar

Vakit düşündüğünden daha geç


Çin'de asırlık bir duvarın üzerinde
Bağdaş kurmuş bir Buda'nın göz kırptığı yerde
Derince kazınmış bir mesaj var
"Vakit düşündüğünden daha geç"

Yaşam saati kurulmş bir kere ve
Hiçbir insanoğlunun gücü yok
Ellerin ne zaman duracağını söylemeye
Geç mi yoksa erken vakitte mi?

Şu an bütün zaman senin
Geçmiş altın bir bağ
Denizlere şimdi açıl kardeşim
"Vakit düşündüğünden daha geç"

ANON

15 Haziran 2007 Cuma

Yelken kitapları

Biraz da kitaplardan bahsedelim. Hem bu işe yeni merak salanları cezbedecek hem de halihazırda 'yelkenciyim', 'kaptanım' diyenleri heyecanlandiracak pek çok kitap var. Eskiye nazaran hem kitap sayisi hem de ulaşılabilirlikleri çok arttı. 5-6 sene once hangi kitaplari okuyabilirim diye bir arama yaptigimda (teknik kaynak olarak degil de insanlarin yasamlarindaki denizcilik maceraları olarak) bulabildigim Turkce kaynaklar 7-8 tane olmustu. Bazi yerlerde gecen ve tavsiye edilen yabanci kitaplar ise biriki tanesi haric Turkiye'de yoktu. Dolayisiyla secim yapmak pek zor degildi. Simdi pek cok kitap var, cogunun yazarinin kim oldugundan ve ne tur maceralarini nasil bir uslupla anlattiklarindan haberim yok.

Ben asagida sizleri kendi okuduklarimdan haberdar edeyim. Siz yine kendi internet taramanizi yapin. Dilediklerinizi okuyun. Ama illaki biseyler okuyun.

Önce duayenimizden baslayalim. Sadun Boro.

* Pupa Yelken, Kısmet'in Dünya Seyahati: 1960'li yillarda esi Oda Boro ile beraber Kismet adli tekneleriyle ciktiklari dunya seyahatinin oykusu. Ugradiklari ulkeler, baslarindan gecenler.

* Bir Hayalin Peşinde: Yarım Asır Evvel Bir Atlantik Seferi: Yukaridaki dunya seyahatinden once, henuz gencken giristigi bir macera. Bir Ingiliz ile beraber Ingiltere'den yola cikislari ve Atlantik'i gecisleri.

* Kısmet'in Dümen Suyunda: Esi ile birlikte 1989-2002 yılları arasında Kısmet ile yaptıkları seyirleri anlatiyor.

* Vira Demir: Bir rehber kitap, yani kiyilardaki konaklama yerleri ve diger ozellikler ile ilgili bilgiler veriliyor. Hangi kiyilar? Antalya'dan Istanbul'a Turkiye kiyilari. Daha cok teknesi olanlar veya seyahat planini kendi yapan kaptanlar icin.

* Atasoylar'in dunya seyahati: Uzaklar adli tekneleriyle dunyayi dolasan (yanilmiyorsam 80'li yillarin sonu veya 90'larin basinda) ve yolda cocuk yapan ciftin kendi agizlarindan hikayesi. Gercekten insanda heyecan uyandiran ve bir gun ben de yapmaliyim bunu dedirten cinsten.

* Sarıldım Minik Teknemin Halatına - Çetin Kent: Cetin Kent'in ufak bir tekne ile denizcilik hayatina girisi. Cok eglenceli ve samimi bir anlatimi var. Derin izler birakmasa da okumasi pek keyifliydi.

* Böyledir Denizler Ülkesinde Yaşamak - Haldun Sevel: Nami diger Ruzgar Baba'nin degisik zamanlarda yayin organlarindan yazdigi yazilarin biraraya gelmesinden olusan bir kitap. Edebi yonu kuvvetli ve bazi yerlerinin sizi aglatacagini garanti edebilirim.

* Tek Başıma - Tania Aebi: 18 yasinda dünya turu yapan bir kizin oykusu, hem de yola ciktiginda pek denizcilik bilgisi de yok. Yolda ogrenen cinsten:) Oldukca etkilenmistim.

* Imkansız Bir Sefer: Gatsby ve Talihliler ile Atlantik Aşırı - Wilfried Erdmann: Tek basina dunya turu hikayeleri kadar etkileyici olmasa da ilginc bir hikaye. Tecruberli bir kaptan ve cekilisle Atlantik seyahati kazanan 8 kisinin oykusu. Birbirini tanimayan bu 8 kisi dogal olarak degisik tekne tecrubesine, degisik onceliklere ve degisik ruh hallerine sahip.




* Okyanusta Bir Türk Kızı: Blue Belle/Mavi Güzel - Hülya Leigh: Sevdigi adam ile beraber denizcilige ve denizde hayata baslayan bir Turk kadininin maceralari. Hatun kisilerin bakis acisi bazi noktalarda erkeklerden cok farkli. Bu baglamda kendi cinsiyetlerinden birinin yazdiklarini okuyarak tekne yasamiyla ilgili soru isaretlerine daha saglikli cevaplar edinebilirler.

* Hitch Hikers Guide to the Oceans - Alison Muir Bennett: Dunyayi tekneyle dolasmanin bir yolu da tekne-stop'culuk. Marina'lardan veya diger kaynaklardan kendilerine tayfa arayan tekneleri bulup irtibata gecip, surede, rotada ve fiyatta anlasip dunyayi dolasabilirsiniz. Kitapta boyle bir secenekte dikkat edilmesi gereken hususlar var.

* Sailing Alone Around The World: Capt. Joshua Slocum 1900'lerin başında Spray adli teknesiyle yaptigi yolculuğu anlatıyor. Kitap bende var ama acikcasi okuyamadim, ingilizcesi biraz agir geldi. Uygun bir zamanda tekrar denemek uzere rafa kaldirdim:)

Peki bunlar nerden alinacak?

Populer olan kitaplar zaten tum kitapcilarda ve ideefixe benzeri internet sitelerinde var. Daha nadir kitaplar icin ise:

Denizler Kitabevi. Yeri de Istiklal Caddesindedir. Bir Istanbul'a gidisle ugranip alisveris yapilabilir. Hem kendi yayinlari var hem de denizcilik ile ilgili diger kitaplar satiliyor.
Web sitesinden de satis var anladigim kadariyla
http://www.denizlerkitabevi.com/

Kitaplimani. Yer olarak Buklum Sok. No:22/16 Ankara verilmis ama gidince orada mevcut mu kitaplar emin degilim. Esas yol internet alisverisi gibi geldi bana.
http://www.kitaplimani.com/

18 Nisan 2007 Çarşamba

İthaka...

İthaka'ya doğru yola çıktığın zaman,
dile ki uzun sürsün yolculuğun,
serüven dolu, bilgi dolu olsun.
Ne lestrigonlardan kork,
ne kikloplardan, ne de öfkeli Poseidon'dan.
Bunların hiçbiri çıkmaz karşına,
düşlerin yüceyse, gövdeni ve ruhunu
ince bir heyecan sarmışsa eğer.
Ne Lestrigonlara rastlarsın,
ne Kikloplara, ne azgın Poseidon'a,
onları sen kendi ruhunda taşımadıkça,
kendi ruhun onları dikmedikçe karşına...

(Fotoğraflar: Alper Ünver)

K. Kavafis'in İthaka'sının tamamını, Cevat Çapan'ın bu güzel çevirisi ile buradan okuyabilirsiniz. (Seyir Defteri - M. Yücel)

10 Nisan 2007 Salı

Meis 2006...

Tarih: 20-26 Ekim 2006
Çıkış: Port Göcek N 36° 44.80’ E 28° 56.52’
Tekne: Aloa 27 (Karya 8)
Budget Sailing Türkiye
Hava durumu ve Rüyet: Seyir boyunca yer yer bulutlu hava değişken 2-4 şiddetinde rüzgar. İlk iki gün keşişleme/gündoğusu, sonraki günler kıble/lodos ve günbatısı, rüyet açık.
Mürettebat: Serkan Altıntaş, Seha Tirkeş, Alper Ünver

Planlamasına aylar öncesinden başlanan ve 9 gün olarak düşünülen Şeker 2005 seyri planları Comet 1050 ile Port Göcekten çıkış gece gündüz durmadan Simi Adası’nın güneyinden seyir ile Knidosa dokunup ardından Hisarönü körfezine girerek Datça, Kızkumu, Bozukkale üzerinden tekne Marmarise teslim olacak şekilde planlanmıştı. Tekne bizden sonra Marmaris yarışlarına katılacaktı. Ancak gerek ekipteki arkadaşların programlarının değişmesi ve uyuşmaması gerek elde olmayan Comet 1050 deki teknik arızalar nedeniyle planlar baştan sona değişmis ve biz 21 Ekim sabahı kadim teknemiz Aloa ile 7 günlük bir seyir yapmaya hazırlıklara başlamıştık bile. Arması bakımdan yeni çıkan Karya 8’in balon mandarını takmak için direk tepesine çıkma ile maceramız başladı.

Serkan’ın rahatsız olması o günü Göcekte geçirmeye karar vermemiz sonucu, 1 gün de kayıpla, 22 Ekim sabahı üç kafadar Akdeniz mavisine yelkenimizi hissa etmiştik. Hedefimiz Kaş açıklarındaki Meis Adasın’a varmaktı. Dökükbaşı’na doğru yaklaştıkça. Baştan beri yolunda gitmeyen işler ve tersliklerin verdiği sessizlik, soluganlı ve rüzgarlı Dökükbaşı’nı kavanço etmemizle artık dillerde Deniz Üstü Köpürür türkülerinin akıllarda canlanan eski Dökükbaşı maceraları ile karışmaya başlamasıyla yerini neşeli muhabbetlere bırakmıştı. O gün Kelebekler’e kadar uzanılıp, Gemiler’de gecelemek için geri dönüldü.

3. gün sabah erkenden yola koyulduk, küçük 18 beygir Yanmar motoru ile aloamiz milleri yutmaya başlamıştı bile. Bu halde İblis Burmu kavanço edildi, Yedi Burun’lar bordalandı ve ikindi saatlerinde özel koruma bölgesi olan Patara (Ovagelemiş) kumsalını oluşturan aynı zamanda Muğla'nın doğal sınırı olan Eşen Çayı azmağının açıklarına gelindi. Burada arkadan çektiğimiz kaşığımıza atlayan ve sonradan adının ‘Tral’ ya da ‘Çıplak’ olduğunu öğrendiğimiz latince adı Caranx Crysos olan Akdenize has bir balıktan yakaladık ve bu mevkii göz kararı belleyerek kıyıyı tarayıp 1 saat sonra tekrar bu mevkiye döndüğümüzde 1 tane daha bu balıktan aldık. Bu andan itibaren güneşin batımakta olduğunu farkettiğimizde hala Kalkan’a 2-3 saatlik yol vardı. Akdenizde gün batışı, insan ne kadar yorgun olursa olsun üzerinde hipnoz etkisi yapar. O görüntü karşısında neden denizin ortasında olduğunuzun cevabını bir kez daha verirsiniz kendi kendinize. Doğa, bu Anadolu kıyısında, bütün gün katlanılan güneşin yakıcılığı, rüzgar ve dalgaların eklemlerinizde bıraktığı yorgunluğu bu 10 dakikalık görsel şölen ile mükafatlandırır adeta. Büyük Usta'nın dediği gibi 'insan kendini mevsimlerin sultanı sanar' böyle anlarda. İşte yine böyle bir gün batımı ardından seyir fenerleri açık tam arma yelken ve motora yol vererek saat 21:00 gibi marinaya ulaştık. Lakin Ekim ayında sezon sonu olması itibariyle Kalkan marinada küçük aloamızı koyacak yer ara ki bulasın! Seha bota atlayip mendireğe çıktı ve yer aramaya başladı. Orada yardımsever iki guletçi arkadaş bize çalıştıkları dev tekneler arasında yer açtılar, böylece biz de minik aloamizla bu iki devin arasına süzülüverdik. Saat 10 itibariyle günü noktalamıştık. Artık yapılması gereken tek şey vardı o da Kalkan gecelerine kendimizi bırakmaktı.


Ertesi gün uyanınca gördüklerimiz bizi hem şaşarttı hem güldürdü. İki gulet arasındaki aloamızda kendimizi Korint Kanalı’nda gibi hissediyorduk. Sabah saat 8 gibi Kalkan’dan palamar çözüp Meis’e doğru yelken açtık, çok zayıf rüzgar ve motor ile öğleden sonra Meis limanına girdik. Limanın en dibinde lokantalar önünde demir atıp palamar verdik. Sezon içinde mutlaka lokantada çalışanlardan biri gelip yardımcı oluyor. Tepeden tırnağa bitki örtüsü ve mimarisi ile tipik bir akdeniz adası olan Osmanlı dönemindeki adıyla Megisti (Meis) yerleşim itibariyle çok küçük. Buna mukabil büyük ve yer yer derin bir limanı var. Cihan Harbi yıllarından kalma limanda dev savaş gemileri için inşa edilmiş olan azametli babalar halen mevcut.




Akdeniz melodili müzikler eşliğinde yemek yiyip bir şeyler içtiğimiz yerin işleticisi ile konuşmalarımızdan adada ahali sayısının kışın 3000-3500, yazın gelen turistlerle 5000 e çıktığını Yunan hükümetinin adada yaşayanlara doğrudan maaş bağladığını ve doğal olarak ekonominin tamamının Türkiye’den gelen turistler ve yabancı yat turizmi ile döndüğünü öğrendik. Amatör denizcilik ve yat turiziminin ne derece önemli olduğunu bir kere daha görmüş olduk. Bundan dolayı Meis’e giriş çıkışlar için Yunan vizesine gerek yok.

Akdeniz filminin müziği sanki kulaklarımızda yankılanarak liman boyunca yer yer içerilere girerek yaptığımız küçük ancak manzarası harika gezi ile adayı neredeyse tamamen dolaşmış olduk. Bunlara ek olarak diyebilirim ki Meis’te Yunan ahalisinden çok kedi ikamet etmekte. Daha önce hiç bu kadar yakın ve yabancı bir kara parçasından memleketime bakmamıştım. İnsan kendini bir tuhaf hissediyor.

Doğanın cömertliği burada da kendini hissettirmekte. Limanın tam ortasında liman ağzına bakar bir pozisyonda durduğunuzda arkanızda yükselen tepeler ve üzerindeki evler bir Roma tiyatrosunun caveası (basamaklı oturma alanı) ve halk olarak düşünülebilirse, karşınızda bir duvar gibi yükselen Anadolulu Alaca Dağ karşısında, olduğunuz yerde kendinizi su ile doldurulmuş bu Roma anfitiyatrosunun mavi orkestrasında gibi hissediyorsunuz.

Sezon sonu olmasına rağmen Meis, 16. YY Akdeniz'inde nam yapmış bir korsan adası olan, Turgut Reisin de üs olarak kullandığı, Tunus açıklarındaki Cerbe Ada'sı gibi her milletten zevat ile dolu. Turistlerin çoğunluğunu Türk'ler oluşturmakta.

Tüm dükkanlar dahil olmak üzere Duty Free dükkanından alışveriş için avro gerekli ve fakat yemek içmek için, yani lokantalarda Türk Lira'sı da kullanılabiliyor. Fiyatlar çok yüksek olmamakla birlikte bunda sezon sonu olmasının da etkileri olmalı diye düşündük. Mesela lokantadan aldığımız avrolar ile 3 kişilik ekibe bir de 10 avroluk büyük şişe bir Metaxa (bir çeşit kanyak) dahil ettik. Akşam üzeri manzarası hariç her yönden mütevazi bir sofrada karnımızı doyurup, gün batımına yakın saatlerde demiri vira edip geri dönüş yoluna koyulduk.


Gün batarken aksam saatlerinde çıkan lodos kerte günbatısı gelen imbata karşı tam arma orsalı, 220 yönünde, 36. paralele doğru dümen tuttuk. Yüzümüzü yalayan rüzgar, Balıkçının da dediği gibi Akdeniz’in dümdüz ovasında mavi mavi yayılarak önce yelkenlerimizi dolduruyor bize yol verdikten sonra da yine kızıl-griye çalan uygarlıklar denizinde yoluna devam ediyordu. Kalın giysiler içinde seyir fenerleri açık olduğu halde 50 metre üzeri tiçaret gemilerinin arasında çatışmalardan kaçınarak ve bazılarıyla işaretleşerek, ay ışığından mahrum, 36. enleme kadar yükseldik. Ardından tremolalar ile biraz daha yükselmek istedik ancak tam kerte günbatısına dirise eden ve şiddetini arttıran rüzgar rota üzerindeki hızımızı çok kesti. Başlarda rüzgarı iskele kontraya alınca 10 yönünde doğuya dogru yol alabiliyorduk. Bu halde kah cenoaya camadan vurarak kah cenoayı tamamen kapatıp, ana yelken ile motora yol vererek ışıksız gecede fenerleri saymaya başladık. Önce Kalkan açıklarındaki Çatalada Feneri geldi ilerleyen saatlerde Ovagelemiş (Patara) açıklarında iken rüzgar dirise edip önce sancak baş omuzluktan sonra kemere hattından esmeye başladı saat gece 03-04 gibi bir ara apaz seyrinde 6-6,5 knot gidiyorduk (Bu zaten 8.5 luk aloanin maksimum kütük hızıdır). Bu şekilde başta kaybettiğimiz zamanı geri kazandık ve gün ağarmasına yakın Kötü Burun fenerini bordaladık. Bu yıldızlı ve soğuk gecede geçen saatler içinde havuzlukta şarkılar, türküler, muhabbet zihinleri dinç, içimizi sıcak tutmuştu. Sabah saatlerinde kalan hava ile motora yol vermemizin ardından, saat 06:30 sularında pruvamızdan 10 mil mesafede güçlükle seçilen Dökükbaşı fenerinin görünmesi ile havuzluktaki törensel bir kutlama eşliğinde Metaxayı açtık. Bundan sonra günün kalanında rüzgarsız havada önce Gemiler’e girip kahvaltı ettik ardından akşamı geçirmek üzere yelkenleri hissa edip öğleden sonra 3-4 gibi Port Göcek’e palamar verdik.

Ertesi gün o yorgunluğun üzerine kalan iki günümüzü körfezde 3-4 rüzgarda balon yelken antrenmanları yaparak geçirdik. Bu arada daha önceden de bir defa gecelediğimiz Manastır koyunda geceledik.
Düşük istim geçen iki günün ardından dönüş günü hala bütün eklemlerimizde 36 saatlik seyrin yorgunluğunu hissediyorduk. Port Göcek'te Hasan Kaptan ve ekibine teşekkürlerimizle tekneyi teslim edip vedalaştık ve ardından yüreklerimizde denizden uzaklaştıkça kabaran bir sevda ve kulaklarımızda mavi yeşil bir türkü ile Ankara yollarına koyulduk...

(Fotoğraflar: Alper Ünver)