6 Kasım 2013 Çarşamba

Bodrum-Kos-Portiasos seyri ve bakir koyda bir marina


Bayram tatilinde önce birkaç gün ufak tamiratlar yaptık. Güverte üstü çatlakların macunlanması ve boyanması başta olmak üzere. Ardından ver elini Kos dedik. İlk defa teknemiz ile yurtdışına çıkacaktık. Prosedürleri biraz sorduk soruşturduk, yola koyulduk. Öncelikle hepimizde yeşil pasaport veya vize olduğundan o konuda bir endişemiz yoktu. Kos Limanı’nda marinaya ait olan rıhtıma (doğudaki oluyor) yanaştık, marina görevlisi tonoz verdi. Ardından pasaportlara ve tekneye giriş yaptırmaya gittik. Gelen giden gemilerin yolcuları ile uğraşmaktan pek bizimle ilgilenmediler ama hava kararmadan bir fırsat bulup içeri girebildik. Pasaport girişinde tekne yolcu listesi de doldurduk. Aslında pasaporta damga vurup gönderselerdi tekne ile ilgili başka işlem yaptırmayabilirdik, ancak transit log için başka bir memur geldi ve transit log doldurduk, 30 Euro verdik. Ayrıca liman polisine gidip oraya da 15 Euro vermemiz gerektiğini öğrendik, oraya gitmedik. Bu işlemler bir saat kadar sürdü. Sonra marina ofisine gidip 15 Euro gecelik ücret ödedik. Marina ofisi sadece teknenin sigortasını görmek istedi. Transit log’daki görevli ise hiç bir şey görmek istemedi, tamamen bizim beyanımıza göre hareket etti.

Akşam restoranların yoğun olduğu bir caddeye gittik. Limanın batısında kalan bir cadde, üstüste pek çok deniz ürünleri restoranı var. Masada oturan müşterilere bakınca Türklerin yoğunlukta olduğunu görmek mümkün. Garsonlar bile Türkçe karşılıyor müşterileri. Gaza gelip Türkçe konuşmaya başlarsanız gerisi gelmiyor ama :) Yine de bizim oturduğumuz lokantadaki birkaç kelimenin ötesinde biliyordu. Birkaç yere fiyat sorup en makul olanına oturduk. Canlı taverna müziği eşliğinde yemeğimizi sipariş ettik derken yağmur başladı ve içeri geçtik. Tavada kalamar, ızgarada ahtapot ve balık (tekir) söyledik. Yediğimiz en büyük boylu tekirdi. Ahtapotu ise tavsiyeler üzerine ızgara istemiştik ama bize gelenden memnun kalmadık, kayış gibiydi, yemesi zor oldu. Beyaz sofra şarabı eşliğinde yemeğimizi bitirdik. Bayram şekeri ikram edildi arkasından :)
Kos Limanı'nda Dolfinn

Ilk akşam gittiğimiz taverna, canlı müzik


Ertesi gün gündüz Kos’u tabanvayla gezdik. Arkeolojik şehir ile mevcut binalar çok içiçe. Yürüken bir köşeyi döndüğünüzde karşınıza bir kazı alanı çıkıyor, onun arkasında tekrar binalar. Agora alanı, odean (amfitiyatro) ve bir tane de tapınak alanı benzeri bir yer gezdik yanılmıyorsam, krepçide krep yedik. Birkaç mağazaya girip hediyelik aldık. Tişörtle çıktığımızdan ve epey ağır yağmur bastırdığından yağmurdan kaçmakla da zaman geçirdik. Gördüğümüz iki camiden bir bakımlı idi ve halen kullanılıyordu. Diğeri ise epey dökülmüştü ve restorasyona ihtiyacı vardı.

O akşamı da Kos’ta geçirmeye karar verdik. Sabah erken çıkmaya niyetli olduğumuzdan akşamdan pasaportları damgalatalım istedik ancak görevlinin gittiğini sabah gelmemizi söylediler. Yemek için bir italyan restoranına gittik. Restorandaki diğer tek dolu masada yine Türkler oturmuştu. Lezzetli bir pizza ve lazanya tarzı bir şey yedik, bu sefer kırmızı şarap içtik. Tekneye dönüp yattık.

Sabahleyin erkenden pasaporta gittik ama önce 'sistem çöktü öğlen gelin' dediler. Sonra da 1 saat sonra gelmemizi söylediler. Biz ise bir an önce yola çıkmamız gerektiğinden bir yere ayrılmadık, bir fırsat kolladık, nitekim görevlinin bizi kabul etmesi yine bir saati buldu. Aynı akşam hava kararmadan önce Türkiye'de bağlayacağımız marina varmak istediğimizden biraz stres olduk.

Dolfinn beklentimizden daha iyi seyir performansı sergiledi. Rüzgar şiddetlenmeden 3 saatte Yalıkavak'ı döndük. Sonra Güllük Körfezi’ne dönüp rüzgarı apazdan alınca yelkenleri de açtık ve hatta motoru kapattık. 5 mil ortalama ile 30 mil yolu 6 saatte geldik. 16.00da Portiasos’a giriş yaptık. Portiasos pilot kitaplarda Gök Limanı olarak geçen yerde yeni açılmış bir marina. Henüz epey boş olduğundan iki tonoz birden verdiler :) Rotamız aşağıda görünüyor.



Portiasos cennette bir marina gibi, etraf yeşillik sessiz sakin. Gece ikiye kadar bangır bangır müzik çalınan Bodrum Marina'dan sonra oldukça dingin. 150 tekne kapasiteli ancak şu anda en fazla 10 tekne bağlı, karayolundan ulaşmak çok kolay olmadığı için de pek hızlı dolacağa benzemiyor.
Marina adını 10 km mesafedeki Iasos antik kentinde alıyor. Bugünkü adıyla Kıyıkışlacık. Çok sakin bir köy. Birkaç pansiyon ve lokanta var. Turizm dejenerasyonundan nasibini almamış henüz. Bununla beraber Iasos antik kenti büyük, etkileyici. Aslında tekne olmasa da sakin bir tatil için gidilebilecek bir lokasyon.


Portiasos'un uzaktan bir görünümü


Iasos antik kentinden bir görünüm

5 Kasım 2013 Salı

Balıklıova-Bodrum (150-130 seyri)


Tamir sonrası tekneyi Balıklıova’da tutmayı denedik. Bir tonoz atıp bağlandık. Fakat elektrik ve su olmayışının yanısıra, yanımızda parçalanmış bir sal olması, rüzgar olduğunda çok zor giriş çıkış yapılması ve ters rüzgarda parçalanmış sala sürüklenmemiz yüzünden tekneyi orada tutmaktan vazgeçtik. İzmir dolaylarında elektrik ve su hizmeti veren ama fiyatı marinalara göre daha uygun yerlere baktık. Urla İskele ve Çeşme Dalyan bu özelliklere sahip. Urla’dan sürekli yer yok cevabı aldık, Dalyan ise arasıra arayın yer açılırsa söyleriz dedi ancak 8-9 ay boyunca düzenli aramama rağmen ‘yer yok’ cevabı değişmedi. Aslında gidip demiri çakıp, bir yere gitmiyoruz, kolaysa çıkarın diye çirkeflik yapmak lazımdı. Fakat kişiliğimize uymadı, yapamadık. Kısa bir tamirat için Bodrum Marina’ya götürdük Dolfinn’i. Tamiratlardan yakayı sıyıramadı garibim :)
Bodrum seyri güzeldi, kısaca özetlemek gerekirse:

Birinci gün öğleden sonra Balıklıova'dan çıktık. Kuzey estiğinden hiç yelken açamadık, hatta dalgaları kafadan yememek için zikzak yapmamız gerekti. Hava kararırken Karaburun’a vardık. Karaburun balıkçı barınağından biri bize yardımcı oldu, çok kalabalıktı, mevcut bir balıkçı teknesine aborda olduk. Yanımızda kalan 3 m’lik boşluktan hava karardıktan sonra barınağa giren pek çok pancar motor geçti. Sabah hava aydınlanırken yola çıktık.

Öğlen Çeşmeye vardık. Yakıt ikmali yapıp Alper’i aldık Çeşme Marina’dan, 14:00 sularında tekrar yola koyulduk. Kuzeyli hava artarak devam ettiğinden önce ayı bacağı, sonra da sadece camadanlı anayelkeni 90 derece çevirip balon mantığı ile kullanarak seyre devam ettik. Fourni boğazından geçtiğimizde hava kararmıştı. Gece etraftaki ada ve burunların fenerlerini okumaya çalıştık. Pusuladan ise önce 150, boğazdan sonra ise 130 azimutta devam ettik. Gece boyunca 150 ve 130 sayıları dilimize yapıştı. Gemi trafiği yoğun olduğundan gemilerin gidiş yönlerini bir an önce kestirebilmek çatışmaya girmemek için önemli. Gemilerin sancak ve iskele fenerleri çok küçük kaldığından ben renk ayırt etmekte zorlanıyorum. Halil Babam’ın gözler keskindi neyse ki, çabuk ayırt edip ona göre karar verebiliyorduk.

Sabah 06:00 gibi Bodrum Yarımadasının az açığındaki Çatal Ada’ya gelmiştik. Bir günaydın ve kahvaltı molası verelim dedik ancak sert hava yüzünden teknenin güvertesinde durmak bile sersemletiyordu adamı. Bunun üzerine bir iki saat sonra yola devam ettik. Öğlen gibi Akvaryum koyunun dışında (doğusunda) mola verdik. Güzelce yedik, suya girdik, dinlendik. Akşam olmadan yola koyulduk ve Bodrum marina’ya giriş yaptık.



Çatal Ada'da mola


Akvaryum koyunda Alper ile Yalın karinadaki yosunlaşmayı ve bordadaki lekeleri temizliyor


Kızlar yüzüyor. Su cam gibi, boşuna akvaryum koyu değil.

Dolfinn is back!

Lafı çok uzatmayalım, uzun bir tamir sürecinden sonra Dolfinn denizlere döndü. Böyle de çok kısa oldu galiba :) Şöyle diyelim: Salmasının ucu tamir oldu, bir sac şapka geçirildi. Dümen palasının ucu kırılmıştı, yarısı yenilendi. Dümen kovanından su alıyordu, tamir oldu. Motor hararet yapmıştı, söküldü, götürüldü, açıldı, contası değişti, getirildi, takıldı. Gövdede kırılan yer tamir edildi, ayrıca çarmıh tellerinin gövde bağlantıları kuvvetlendirildi. Direk yenilendi, rüzgar yön ve hız göstergesi yenilendi, furling mekanizması tamir edildi. Tüm bunlar Balıklıova’daki imkanlarla ve oraya usta getirilerek yapıldı. Bu özellik bazen işleri epey zorlaştırıyordu. Balıklıova hırdavatçısında çivi olmaması, direği getiren tırın barınağa girip giremeyeceği endişesi gibi pek çok olumsuzluğun yanısıra, tekneyi suya indirmeden önce karadaki teknemizin 2 m. üzerinden bir gece ansızın elektrik hattı döşenmesi gibi tahmin edilemeyecek aksilikler yaşadık.



Su hattı ve karinası boyandıktan sonra (el emeği göz nuru)



Normalde tek vinç taşıyor ancak tekneyi elektrik tellerinin altından çıkarmak için iki vinç gerekti



Dolfinn suda ve direği takılmış durumda

19 Ekim 2012 Cuma

Uzun bir aradan sonra

Neredeyse iki senedir yazı koymamışız bloga. Türkiye'de çok etkinlik yapamadık bu sürede, anlaşılan uzak ülkelerdeki dostlarımız da fazla denizli yelkenli zamanlar geçirmediler.
Uzun bir aradan sonra sarsıcı bir haberle buluşmayı ümit ediyoruz. Yazıyı önümüzdeki haftalarda hazırlamak ümidiyle şimdilik sadece birkaç fotoğraf.

27 Eylül 2010 Pazartesi

Çanakkale geçilmez değilmiş ama kastırırmış!

16 Temmuz Cuma gunu tekrar yol hazirliklarina basladik. Marinada henuz cogu imkan yok. Supermarket Sigacik'ta da olmadigindan aksamdan bir miktar alisveris ve ardindan Teos Marina’daki mazot iskelesinin calismadigini ve yine Sigacik’ta benzinlik olmadigini ogrenince Seferihisar'dan bu ihtiyaclari kismen aksam kismen sabah tamamladik. Sabah ekibin diger uyeleri de katılıp arkayı dortledikten sonra ogleye dogru motoru calistirdik. Sigacik Korfezi’nden cikana kadar yelken imkani bulduysak da sonrasinda motor yelken ve Cesme burnuna yaklasinca da sadece motor seyrine donduk. Bogazda havanin cok sert olabilecegine kendimizi alistirdigimiz icin 20-25 knot kafadan gelen ruzgar bizi uzmedi :) Hava kararincaya kadar bogazi dumensuyunda birakinca hele iyice rahatladik.

Gemi fenerleri ile ilgili bilgilerimizi tekrar etmeyi ihmal etmişiz gece seyri öncesi. Etrafta hareket eden ışıkları gördüğümüzde ben aşağıdan gemi fenerleri ile ilgili bi doküman çıkardım, lakin onu inceleyene kadar bize yaklaşmakta olan ışıklara ilaveten kuvvetli bir siren sesiyle irkildik ve Argün’ün ‘sola dön abi’ demesiyle iskeleye kırdım dümeni. Gemi yanımızdan geçerken tehlikeyi ucuz atlattığımızı farkettik. Sonra fenerleri çalıştık ama ben uzakta kırmızı ile yeşil seyir fenerlerini de iyi ayırt edemediğimden çoğunlukla gemilerin yönü konusunda zorlandım, neyseki Argün baykuş gibin gözleriyle bakar bakmaz renkleri ayırt edip geminin yönünü söylüyordu :)

Ertesi gün öğleye doğru mazot takviyesi yapmak amacıyla Ayvalık'a girdik. Ancak Ayvalık Körfezi'ne giriş tek bir noktadan (kanaldan) yapılabildiğinden giriş ve çıkış yolumuzu çok uzattı, 4 saat kadar zamana mal oldu. Marinada mola vermek istedik, yarım saatten fazla kalırsak gecelik ücret ödeyeceğimizi öğrenince mazot alımını takiben hızlı bir şekilde tuvalet ve Ayvalık tostu ihtiyaçlarımızı gidererek tekneye döndük ve marinadan ayrıldık.

Aynı akşamüstü Baba Burnu'na gelmeden önce bir koyda (yanılmıyorsam Sivrice Burnu idi adı) yüzme ve dinlenme molası verdik. Sabah gün ağarırken Çanakkale Boğazı girişinde olmak istediğimizden ağırdan aldık, hava kararana doğru ayrıldık. Baba Burnu'nu dönerken motordan bir ciyaklama sesi gelmeye başladı. Motoru kapatıp yelken açtık ve tremolalar atarken motor kapağını açarak nedenini anlamaya çalıştık. Alternatör kayışından geldiğine kanaat getirdik. Motoru tekrar çalıştırdığımızda ise ses gelmiyordu, yola devam ettik.

Rüzgar şiddeti 5-6 boforu geçmedi yol boyunca ve yukarı seyir yaptığımızı göz önüne alırsak konforlu bir şekilde yol aldık bile diyebiliriz. Lakin seyrin asıl yorucu kısmının Çanakkale Boğazı olduğunu kısa sürede anlayacaktık.

Planladığımız gibi gün ağarırken boğaza girdik, önce girişte sonra da Çanakkaleye gelmeden Kepez hizasında hızımız bir mile kadar düştü. Normalde 6 mil ile seyir yapabildiğimize göre tahminen 4 knot akıntı 1 knot da rüzgar nedeniyle kaybetmekte idik. Alttaki duba fotoğrafı da durumun vahameti hakkında bir fikir verir.



Foto: Durduğu yerde durmakta olan duba, akıntı yüzünden sanki ilerliyormuş gibi görüntü vermekte.



Foto: Hem boğazı hem de bizi geçen bir gemi ve arkasında şehitler abidesi.

Bu iş böyle olmayacak diyerek, karşı kıyıya geçmeye karar verdik, akıntının nerde nasıl olduğuna ilişkin çok belirgin bir fikrimiz yoktu ama kaybedecek bişeyimiz de kalmamıştı :)
Motor yelken 7 knot süratle karşıya geçtik. Karşı kıyıya yaklaşırken akıntı azalmaya başlamıştı bile ve kıyıyı takip ederek 4 knot süratle gidebildiğimizi görünce keyfimiz yerine geldi.
GoogleEarth'e yuklenmis GPS logunda (altta) bu geçiş görünüyor.

























Kilitbahir önlerinde (Çanakkale karşısı) hızımız 2 knota tekrar düştüyse de kuzeye çıkınca akıntının etkisinden kurtulacağımızı tahmin ettiğimizden Avrupa yakasında kaldık. Kuzeye çıkarken Poyraz rüzgarında yelken de açabildiğimiz için motor yelken Eceabat'a kadar yükseldik ve hızımız da yine 4 knota çıktı.



Foto: Kilitbahir. Üstten bakıldığında kale kilit şeklinde görünüyormuş.

GPS logunda Eceabat önlerinde görülen tremola silsilesi ise şu şekilde gerçekleşti: Eceabat vapur iskelesi önünde motorumuz birden sustu. Ne oluyor, tekrar çalıştıralım falan derken iskeleye girip çıkan Ro-ro'larin altında ezilmememiz gerektiğini farkederek tremolalar atmaya başladık. Mazot deposunu bidonlardan takviye etmeyi unuttuğumuz için ve yelkenle depo tarafına tekne yattığı için motor hava yapmış olmalıydı. Tremoladan sonra çalışmadı ama depoyu doldurunca birkaç denemeden sonra çalıştı. Bir oh çektik, çünkü çalışmasaydı hava yapmayı nasıl gidereceğimizi bilmiyorduk ve öğrenene kadar geçecek zamanda daha pek cok vapur ve Ro-ro ile cebelleşecektik.

Boğaz seyrinin geri kalanı yumuşak geçti. Tabi yumuşak derken 25 knot poyraz rüzgarını kafadan alıyor olmamız ve yer yer bir metre dalga boyuyla mücadele etmemiz baki kaldı.

Neden 'Çanakkale geçilmez!' dendiğini anlamış olduk, meğer düşman sadece Türklerle değil akıntı ile de savaşıyormuş :)

Gelibolu'daki ufak barınağa girdik Sadun Boro'nun kitabına güvenerek. Ufacık yerde kısıtlı manevra ile girişte soldaki restoranın önüne aborda olduk. Su çekimimiz kurtardı aslında ama deniz dibine düşen bir saksı nedeniyle (öyle dediler) ara sıra dibi vuruyordu. Yerini oynatarak giderdik o durumu da. Yemek molasının ardından bir de Gelibolu yürüyüş etkinliği vuku buldu. Mazot takviyesini de taksiyle gidip bidonları doldurarak yaptıktan sonra, hava kararmadan 20.30 gibi palamarları çözdük.



Foto: Gelibolu’daki ufak barınaktan bir görünüm. Barınağın girişi ve girince sol taraftaki restoran önüne aborda olmuş Dolfinn.

Son gece hepimizde yorgunluk birikmiş olacak ki uyanık kalmak çok zor geldi. Ben saat kurup 15 dakikada bir uyanıp etrafı kolaçan etme egzersizleri denedim bi ara. Diğer vardiyadaki arkadaşlar da sağolsunlar kendi aralarında da vardiya yaparak maksimum uykuya ulaşmışlar :)

Sabah 10'a doğru Tekirdağ'a marinaya bağlandık diyemiycem, henüz marinalaşamamış barınağın içinde demir attık ve kıçtan kara bağlandık.




Foto: Dolfinn Tekirdağ Marina'da.

70 saat seyirde 6-7 saat hariç sürekli yoldaydık, 0 balık tuttuk :(
62 saat motor çalıştırmışız. Bu yolu tersinden yapmak, yani 'aşağı seyir', oldukça keyifli olurdu. Birkaç saat motor çalıştırmak yeterdi. Onu da bi gün yapıcaz umarız.

5 Ağustos 2010 Perşembe

Elveda Halikarnassos, Ver elini Teos!


Yıllarca, tecrübe olur diye tekne transferine katılma yolları aradıktan, bu amaç için belki adama ihtiyaç olunan bir anda boşluğu doldurursak diye mail listelerine üye olduktan sonra kısmet kendi teknemize imiş. Kızımız Dolfinn'i iki parti halinde Bodrum'dan Tekirdağ'a götürdük. Halil ve Cemal Amcaların ellerinde şekil bulan Dolfinn, uzun yıllar sonra doğduğu sulara, Marmara Denizi'ne bizimle geri dönmüş oldu. Niyetimiz en az bir sene Marmara’da tutup sonradan yine güneye indirip İzmir yakınlarında bir yere bağlamak. İçimizden en az birine (Levent'e) yakın olacağı ve de daha hesaplı olacağı için bu yolu tercih ettik. Lakin daha hesaplı olup olmayacağını zaman gösterecek :)


İlk bölümde Halil Amca'nın önderliğinde bi seyirle 22 saatte Bodrum-Sığacık etabını tamamladık. Bu sayede tekneyi de iyice tanımış alışmış olduk. Kafadan gelen rüzgarla yelken açma fırsatı pek bulamadık, hatta sert hava yüzünden dalgalara bile çapraz girdiğimiz zamanlar oldu. Gece seyrinde Samos-Kuşadası arasındaki boğazı yine sert havada geçmek güzel tecrübe oldu. Nihayetinde teknemizi Teos Marina'ya bağladık, Cuma günü geri dönmek üzere haftalık kontratımızı imzaladık. Ardından toparlanıp Seferihisar’a geçtik, yemek yeme ve otobüs biletini ayarlama işlerini müteakip ayrıldık.















Dolfinn Teos Marina'da

16 Haziran 2010 Çarşamba

Dolfinn

Teknemiz S/Y Dolfinn, L. Izmit.
Boy 9 m. En 3.20 m.
Fiber görünümlü ahşap (3 kat lamine üzeri epoksi). Bir nevi doğan görünümlü şahin yani...
Şalupa arma, balonu da var :)
1987-88 yıllarında suya indirilmiş, motoru 93 model, 18 beygir. Geçen sene hem motor rektifiye olmuş hem de güvertesi boyanmış. Ayrıca borda ve karinası da yakın zamanda boyanmış.
Yelken perfomansı iyi, borina (en dar orsa) açısı dar. Çok canlar yakacak, çook!





12 Ocak 2010 Salı

Son Bahar - Sadun Boro'nun yeni katamarani


Belki duymussunuzdur ama ben yeni ogrendim Yelken Dunyasi'nin ocak sayisindan. Sadun Boro yeni bir katamaran edinmis, adini da "Son Bahar" koymus. Buyuk Kaptan artik hakli olarak biraz daha rahat etmek istiyor denizde, bir yandan da Kismet'i kendi elleriyle bahar aylarinda Koc Muzesi'ne yerlestirmek istiyor. Boro kendisi icin Kismet'ten ayrilmanin kolay olmayacagini soyluyor:
"...Aylardir iki duygu icimi kemiriyor, ondan nasil ayrilacagim? Ote yanda dostlarin tesviki ile kendimi teselli etmeye calisiyorum. Artik Kismet bizim oldugu kadar bu toplumun da mali oldu. Nice insana deniz sevgisini, macera ruhunu asiladi. Onlari engin ufuklara yelken acmaya tesvik etti. Bundan sonraki omrunde de, bir muzede, onu ziyaret edecek cocuklarimiza deniz, doga sevgisini asilamaya devam edecek..."

Son Bahar 37 ft, 85 cm su cekimi olan bir katamaran. Resimde* Okluk Koyu'nda, Kismet ile birlikte gorunuyor. Buyuk Kaptan'a yeni katamaraniyla iyi seyirler dileriz.


*fotografi facebooktaki "Sadun Boro" grubundan aldim, Mehmet Davran adli uye yuklemis grubun albumune.

8 Ocak 2010 Cuma

Sene Sonu Seyri - 2009

Efendim bu sene sonu seyrinin tumune katilabilen yegane kisi olarak, cok tatmin edici bir seyir oldugunu basta soyleyeyim. Seyire iki ekip katildi: plan ilk ekibin tekneyi (ADA) Gocek’ten Marmaris’e getirmesi, ikinci ekibin de Marmaris’te tekneyle bulusup Gocek’e geri gelmesi idi. Ilk ekibin hikayesiyle basliyalim.

İşbu hikayemiz 24 Aralık günü Frenk alemi bayram ederken bizim Güney Ege kıyılarına doğru Kamil Amca'yla Izmir’den yola çıkmamızla başladı. Otobuste wi-fi olmasini beklemiyorduk, ama iyi olmius. 2009’un sene sonu seyri, herkese ortak bir zaman diliminin uymamamasindan dolayi bu yil iki ayaktan ibaret olacakti. Ilk ayagin ekibinden uc kisi (Mustafa, Erol, Caglar) olarak akşam sekiz gibi vardık Göcek'e. Şehrin çeşitli bakkallarından o aksamlik nevaleyi duzdukten sonra, Ozan'ın da Göcek'e ulaşması akabinde çağırdığımız taksiyle yeni yapılan Marintürk marinasına, teknemiz Ada'ya (Bavaria 38') geçtik. Marina Toruklu, Koruklu, Doruklu veya Poruklu gibi bir sürü ismi olan Göcek'in hemen güney batısında kalan bir koyda. Yeni yapılmış, oldukça güzel, ultra-modern bir marina, lakin henuz yapi calismalari tamamlanmamis. Akşamdan varmak tekneye çok güzel oldu, netekim güzel bir muhabbetten sonra rahat rahat yattık uyuduk.

Ertesi sabah aldigimiz brifingden sonra marinadan ayrilip alisveris icin Gocek Belediye iskelesine yanastik. Alisveris ve Sariyer borekcisinde ogle yemegi derken Gocek’ten cikmamiz 13:00 u buldu. Demek ki bir gece onceden bile varinca sabah erken cikmak pek olasi olmuyor. Bu gun (25 Aralik), hava durgundu ve Poseidon’a gore yarina kadar da boyle kalacakti. Biz de tum gun motor basacagimiza vakitlice Buyukaga koyuna (kizilkuyruk koyu olarak da geciyor) pruvamizi verip 14:30 gibi koyun dip tarafina demirledik ve guneydeki kiyiya koltuk aldik. Bugunku yanasmalar, bu konudaki tecrubesizligimiz goz onune alindiginda, oldukca temiz olmustu. Bu koya gelisimizin sebebi, bu yerden Lydae antik kentine en kisa mesafee gidilebilmesiydi. Ayrica, teknede uc eski ODTU arkeoloji toplulugu veterani ve bir naturalist dururken karaya cikip kesif yapmamak olmazdi. Biz de kameralari ve giysilerimizi dingiye yukleyip yuzerek ve dingiyi yanimizda cekerek koyun plajina cikartma yaptik. Buyukaga koyu plajindan Lydae ye dogru –hic durmazsaniz- 30 dakikalik bir tirmanis ile kente variyorsunuz. Bu yolda durmamak olmaz, zira manzara harika ve arada bir durup fotograf cekmek gerekiyor. Yol plajdan sonra once kuzeydoguya dogru tepenin yamacindan ilerliyor. Tepenin ustune yaklastikca yol da batiya kivriliyor. Bu noktadan itibaren yoruk kulubelerini ve kecileri gormek mumkun. Batiya dogru ilerledikce buyukce, kesme tastan yapilma yapilar goze carpiyor, bunlar Lydae’nin bulundugu platoya tepeden bakan uc mezar yapisi, ya da “heroon”. M.S. 1. Yuzyilda, yani Roma imperatorlugu zamaninda burada yasayan, olasilikla kenti yoneten zengin bir ailenin uyeleri icin yapilmis. Bu heroonlarin oldugu tepe asildiginda, karsiya cikan manzara etkileyici, sanki bir Karadeniz yaylasindayiz. Daglarla cevrili bir plato, oraya buraya serpilmis sarniclar, tapinaklar, ve yoruk evleri… Dunyanin hicbir yerinde teknenizle en guzelinden bir koya demirleyip 30 dakikalik bir yuruyusle boylesi bir antik mekani ziyaret edemezsiniz, bu kombinasyon sadece Anadolu’nun guneybati kiyilarinda (Likya ve Karya) kiyilarinda vardir. Bu kalintilari beraber analiz ederken teknenin naturalisti Erol da antik mekanlardaki taslar uzerindeki liken ekolojisinden bahsetti. Su Gocek’te bir enstitu kursak da gelip yerlessek dilekleri arasinda 17:00 gibi asagiya inip yuzerek tekneye donduk. Aksam monude mantarli soslu makarna ve kirmizi sarap vardi. Akabinde purolarimizi (en ucuzundan) yakip keyfimize baktik.





Cumartesi gunu saat 7:00 gibi koltuk halatini cozup demir aldik ve yola ciktik. Istikamet ruzgar yoksa Ekincik koyu, varsa Serce koyu ya da Bozukkale. Sabahin ilk saatlerinde 3-5 knot ruzgar var gibi ama giderek artiyor. 7:50 de Kurdogu burnunu bordalayarak Fethiye korfezinden cikiyoruz, artik Marmaris-Rodos arasindaki denizdeyiz. 8:30 gibi yelkenleri actik, ruzgar tahminlerde oldugu gibi guney-guneydogudan. 9:10 itibaryle 5 knot gibi bir hiza ulastik, 260 dereceye dogru gidiyoruz. 10:25’de ruzgar 14 knota ulasti, hizimiz da genis apazda 6.5 knot u buldu. Saat ogleni gecince ruzgar biraz kalir gibi oldu, biz de artik gitmisken Serce ya da Bozukbukune kadar gidelim diyerek motoru actik, hem de servis akusunu sarj etmis olacaktik. Bir saat kadar sonra motoru durdurup yelkenle yola devam ettik, boylece 16:00 gibi Bozukkale onlerine geldik. Onceden serce limanina girmeyi dusunmustuk, ama Loryma kalesini gezeriz diye Bozukbukunde karar kildik. Bu siralarda, ruzgarin siddeti de artiyordu. Netekim Bozukbukunun muhtelif taraflarina demirledik ama ruzgarin siddeti ve yanasmamizin icimize sinmemesi nedeniyle demir toplayip baska bir yer baktik. Pilot kitaplarda kalenin hemen dibindeki iskele en kapali yer olarak geciyor, ama bizin tecrubemize gore en fazla ruzgar alan yer orasiydi, hem de iskele pek gozumuze saglam gorunmedi. Ayrica hava guneydogulu oldugu ve Marmarisin batisindaki koylar genelde guneydoguya acik oldugu icin Bozukbuku de ruzgar ve dalga aliyordu. En sonunda, koyun en dibindeki iki plaj arasinda kalan kayalara dogru yanastik ve 50 metre kadar demir serdik. Kiyidan da kayalara koltuk aldik. Bu konfigurasyonda ruzgari pruvadan aliyorduk ki artan ruzgara karsi en guvenli yol olarak bunu gormustuk. Geceyi ikiser kisi sirayla vardiya tutarak gecirdik. Sonradan dusununce, once Serce limanina gidip oradaki ruzgar/dalga durumuna gore Bozukkaleye gelmek daha makul olacakti…




Sabah 5:30 gibi ruzgar 20 knotu bulmus, artik palamar halatimiz suda yuzer hale gelmis, derinlik de ilk haline gore 0.5 metre kadar dusmustu (2.4 metre). Biz de herhalde artik bu demire pek guven olmaz deyip palamari cozduk, demiri topladik. Iceriyi neta edip koyun disina gece karanliginda ciktik. Bekledigimiz gibi denizler hareketlenmis, ruzgar siddetliydi. Orsa seyirde birkac tramola atarak guneydoguya, Kadirga burnuna dogru gunun ilk isiklarinda ilerledik. 7 knot gibi ortalama bir hizla burnu bordalayip, apaz seyirle Marmarise dogru dumen kirdik. Yildiz adasini bordalayip Marmaris korfezine girdik, burada da deniz oldukca kabarikti. Saat 13:00 gibi Marmaris Netsel marinaya tekneyi yanastirdik, siddetli ruzgar esliginde biraz stresli bir yanasma olduysa da hemen carsinin girisindeki okulun arkasindaki iskenderciye giderek stres attik. Normalde vejetaryen olan teknenin naturalisti Erol’un birbucuk iskenderi afiyetle yemesi gozlerden kacmadi. Bu aksam ekipten uc kisi evlerine dondu, pazartesi sabahi ise yeni ekip (Yalin, Tugba ve Koray) Ada’ya ulasti.





Pazartesi hava yagmurlu, ruzgar siddetli idi. Ogleye kadar havayi beklemeye, bu sirada alisveris yapmaya kadar verdik. Marinadan aldigimiz hava tahminine gore saat 14:00 gibi ruzgar azalmaya baslayacakti, hakikaten de o saatte hava yumusar gibi oldu, biz de marinadan cikis yapip Marmaris korfezine ciktik. Hedefimiz o geceyi Gerbekse koyunda gecirmekti. Lakin hava birakin kalmayi, 35-40 knotlardan tam da kafadan esiyordu (guneydogulu). Biz bir de acikta hava nasildir diyerekten orsa seyirde Marmaris korfezinden ciktik. Denizler iyice kabarmisti, Dalgalar 2-3 metre, ruzgar 30-35 knot. Biraz daha boyle gidelim, belki hava diner derken, dalganin biri ustumuzde patladi, ya da tekne bir dalganin icine girdi diyelim. O sirada dumende olan bu satirlarin yazari birkac saniyeligine sadece su gordu etrafinda! Bu sirada kimse bir yere de bagli degil, neyse ki kimseyi dalga alip goturmedi, bu bize ders olsun. Bir muddet sonra, Tugba geri donelim diyerek en dogru hareketi yapti, zira digerleri geri donme teklifini yapmayi delikanliliga sigdiramiyordu galiba. Marmarise apaz seyirde geri donduk. Baya islak gecen bu kisa seyir sirasinda tek tesellimiz hava ve su sicakliginin makul seviyelerde olmasiydi. Geceyi yine Netsel marinada gecirdik, bu hava kosullarinda belediye rihtimina da yanasmak pek akilci olmazdi. Marinaya baglaniktan sonra hava bardaktan bosanircasina yagmaya basladi, ruzgar iyice kuvvetlendi, ardindan da hava kaldi zaten. Demek ki firtinanin “gozu” Marmarisin ustunden gecerken biz de seyir yapmaya calismisiz, aferin bize. Tum bunlara ragmen bu kisa seyirden epeyce keyif aldik. Aksam da marmaris carsisinda kunefe ve baklava yiyerek dalgalara harcadigimiz enerjiyi geri kazandik. [ Burada belirtmek gerekir ki Netsel marina bizden gecelik 44 Euro aldi ama pontonda elektrik bile yoktu. Cozum olarak bizi baska bir pontona almak istediler, ama gece karanliginda buna pek yanasmadik. Ertesi sabah ise pontona kabloyu yeni cekiyorlardi. ]



Seyrin geri kalaninda hava da, ruzgar da kelimenin tam anlamiyla mukemmeldi. Sali gunu oglene dogru yola cikip Ekincik koyuna dogru genis apazda kuzeyli 10-15 knot ruzgarlarla rahat bir seyir yaptik, koyun dip tarafindaki plajin aciklarina demirimizi attik. Yalinin yakalamis oldugu palamutu Koray makarna sosuna katik etti, rakimizla beraber konserve pilaki ve yaprak sarmayla kendimize bir ziyafet cektik. Biraz dinlendikten sonra geceyarisinda tekrar demir alip Ekincikten ciktik, 30 aralik sabah 05:00 gibi Kurdoglu burnunu harika bir seyirden sorna bordaladik. Kurdoglu burnunun karantisinda hava biraz kaldiysa da, Fethiye korfezinin icinde ruzgar vardi ve gun dogarken orsa seyrinde Yilancik adasina dogru ilerlerdik, ardindan birkac tramola ile tersane adasi ile domuz adasi arasindaki bogazdan cikip Skopea Korfezi (Gocek denizi) ne girdik. Tersane koyuna sabah 09:00 gibi demirleyip guzelce bir kahvalti yaptik. Aksamustune kadar koyda kalip dinlendik, kahve ictik, yuzduk ve karayi kesfe ciktik. Saat 16:00 gibi de mazotumuzu alip Marinturk’e tekneyi teslim ettik.


Birkac soz de tekneyle ilgili edelim (ADA, bir Bavaria 38): genelde cok memnun kaldik, performansli bir tekne. Ozellikle sert havalarda farkini goruyorsunuz. Sahsen tekrar cikmak isterim bu tekneyle.



14 Aralık 2009 Pazartesi

Kurban bayramına yakışan bir seyir

Bayram'da çok yakışıklı ve bol balıklı bir seyir yaptık. Tuttuğumuz derya kuzularını Poseidon'a kurban ettik ve etleri ahaliye dağıttık. Eh geminin ahalisi çok kalabalık olmayınca kişi başına epey et düştü :)

Az laf, çok görsel diyorum. Zira uzun yazı kaleme alacak vakit ayıramadım, tayfa da çok tembel çıktı bu konuda. Buyrun bakam.

İlk gece Göcek'ten çıkıp olabildiğince batıya gitme niyetiyle uzun bir seyre başladık. Sabah gündoğumunu takiben balıkçının oltası suya boş girdi, dolu çıktı.




Bu lambuka'nın ardından bir de aynı boyda bir palamut aldık. Belki de orkinos yavrusu veya torik ama biz ona aramızda palamut diyelim. Akşama doğru Hisarönü Körfezi'ndeki Boncuk Koyu'na demirledik ve fırında balık buğulama ile şenlendirilmiş sofra-i şahanemize kurulduk.
















Ertesi günü Selimiye Koyu'na geçtik. Şu anda kapalı olan Girit Pansiyon'u gördük. Belki bir gün orada Sadun Boro, Haldun Sevel ve Çetin Kent ile buluşmak nasip olur diyerek teknemize çekildik. Teknede ise yeni bir eğlence bizleri bekliyordu: Poker! Seyir yapmadığımız bu geceyi poker oynayarak neşelendirdik. Kumarda kaybeden aşkta kazanır mı onu da test ettik :)






























Sabah gündoğumundan önce yola çıkarak Marmaris'i hedefledik. Ve güneş bize balıklarımızı getirdi yine. Meğer bizim önceki seyirlerde balık tutamamızın nedeni gündoğumu saatlerini kaçırıyor olmamızmış :)




Günün balıklarını fotoğraflamayı ve ölçmeyi ihmal etmedik.Rekor 47 cm.







































Tabi balıkçıların neşesi de doruktaydı:







































Gerçi neşelenmek için balığa ihtiyacımız yoktu o ayrı mesele :)




















Marmaris'e yaklaşırken:



Son gece ise Marmaris'ten Göcek tersane koyuna yine gece seyri. İyice doyduk gece seyrine. Bi de şansımıza dolunay vardı hep, yarı aydınlık gece seyirleri.. Son sabah artık oltayı atmadık suya, yiyemeyeceğimiz balığı tutmayalım diye :)

Son günü ise sabahtan akşama Tersane Adası Koyu'nda atıştırarak, güneşlenerek, yüzerek, kürek çekerek ve treking ile geçirdik. Son sözü koy söylesin. Berraklığını ve huzurunu bize anlatsın:

19 Kasım 2009 Perşembe

Hey babalar be!

Bazılarınızın gözlemlediği üzere bir süredir, uzun süreli ve maceraperest deniz/okyanus seyahatlarine nasıl katılınır konulu tezimi hazırlıyorum :) Karşılaştığım ilginç bir bulguya dikkatinizi celbedeceğim:

Bu amcalar dünyanın birkaç köşesinde birden yelkenli tekneler ile maceraperest turlar düzenliyorlar. Siteyi GoogleTranslate ile inceledim, zira Almanca! En çok üzüldüğüm 22 Kasım'da Atlantik geçişine başlayacak bir tekneye katılmak içi geç kalmış olduğumdu. Ve ne yazık ki Nisan'a kadar Atlantik geçişi yok başka. Ama zilyon tane seyir var o ayrı. Bu arada amcalar Horn Burnu seferleri de düzenliyorlar, hatta Horn'dan Antarktika'ya gidip gelme turunu gördüğümde dibim düştü. Fiyatlar da astronomik değil. Horn burnu harici etkinliklerin fiyatı 4 haftalık (okyanus geçişi) 3000 Euro, 2 haftalık 1250 Euro, haftalık 500-600 Euro dolayında. Bir sorun olasılığı var yalnız: eğer kaptan ve tayfa hep Almanca konuşan bir seyir ekibi oluşursa nice olur halimiz :)

Bir efsane: Aloa 27 :)

Buyrun bakalım, Alper Kaptan'ın elinden, aşina olduğumuz kıyılarımızın enstantaneleri ile bezenmiş, sanatsal, rahatlatıcı, "ah o gemide ben de olsaydım!" dedirten bir klip. İyi seyirler..

13 Kasım 2009 Cuma

4 Kasım 2009 Çarşamba

Lambuka lambuka!

Sezon kapanışında yapılan bir Göcek seyir etkinliği ile tekrar karşınızdayız. Üç kişilik mürettebatımız (Yalın, Koray ve Özgü) ve sayımıza uygun boyu ile gönüllerimizde taht kuran ceviz kabuğu Aloa 27 teknemizle rüzgarı, güneşi ve balığı bol bir seyir geçirdik. Elektrikle çalışan, motor hariç bir parçası olmadığından arıza yaşamak da pek mümkün olmayan ceviz kabuğumuzda stressiz bir etkinlik yaptık. Bununla beraber, yelken deneyimi olarak büyük bir tekneyi de hiç aratmadı. Aksine, her gün güzel rüzgar yakaladığımız ve az kişi olduğumuz için yelken açma/kapama ve manevralarda herkese bol iş düştü. Bununla da kalmadık, tek kişi veya iki kişi koylara giriş ve çıkışlar nasıl yapılır, yelken manevraları nasıl kotarılır gibi egzersizler de yaptık. Tüm bunlar bir etkinliği güzel kılmaya yetmezmiş gibi bir de çektiğimiz sırtı ile yakaladığımız ve ismini sonradan öğreneceğimiz 50 cm.’lik lambuka bizi zevkin doruklarına taşıdı.

1. Gün

29 Ekim sabahı vardığımız Göcek’te her zamanki tekneye yerleşme, alışveriş ve yani başlayanlar için (Özgü) tekne ve yelken brifingi verme işelerini yaptık. Alışveriş için önce Budget Sailing ofisinin arkasında yeni açılan Carrefour’u denedik ama kısa sürede hem çeşit azlığından hem de fiyat yüksekliğinden sıkılarak alışverişi yarım bıraktık. Yine de o ana kadar sepete atmış olduklarımız Carrefour’un yanına kar kaldı. Migros’ta tamamladık alacaklarımızı. Ardından sırtı çekmek için bir olta takımı almaya gittik. İki tane tecrübesiz Koray ve ben, başarılı bir takımın nasıl olacağına ilişkin spekülasyonlar yaparak ve fiyatı da abartmamaya çalışarak 30 TL’lik ekipman aldık: Bir hazır yalancı balıklı takım, esktra olarak Koray’ın gözüne kestirdiği bir yalancı balık ve birkaç ağırlık. O anda olacaklardan tamamıyla habersizdik..

Kahvaltı+öğle yemeği klasiği olarak kıymalı ve peynirli börekleri de mideye indirdikten sonra tekneye dönüp 13:00 ‘vira demir’ dedik. Tabi o lafın gelişi, aslında iskeleden ayrıldığımız için ‘abi sen palamarı suya bırakınca biz kıç halatlarını boşluyor ve yol veriyoruz, ok mi?’ dedik.



Mürettebat

Fethiye Körfezi’nde güzel rüzgarda biraz yelken yaptık ve oltamızı denedik. Başarı elde edemedik ve ertesi gün yalancı balığı ve ağırlığı değiştirmeye karar vererek topladık. O anda halen olacaklardan habersizdik.

Daha önce gecelemediğimiz koylardan biri olan körfezin kuzeyindeki Katrancı Koyu’na gittik ve bazı ailelerin piknik yaptığı kumsalın önüne demirleyip kıçtan kara yaptık. Gece rüzgarın yön değiştirip demirin tarama ihtimaline karşın saatte bir kalkıp kontrol etmeye karar verdik. O anda gece ikiye kadar öksürük nöbetinden uyuyamayacağımdan habersizdim. Bileydim ikiye kadar olan nöbetleri alır, diğerlerini Koray’a bırakırdım :)

Akşam yemeği hazırlıklarında ise etkinliğin ilk ve en büyük şansızlığı ortaya çıktı. Alışveriş sırasında tuz ve ayrı ayrı baharatlar almak yerine çeşni almıştık. Tuzu bol olduğundan yemeklere ondan koyarız diye düşünmüştük. Yumurataya, salataya ne koyucaz sorularına ise ‘bundan döküdöküverriz’ diye cevaplayarak konuyu kapatmıştık. Lakin akşam fasulye yaparken Koray çeşniden döküdöküvermesine rağmen yemek bir türlü tuzlanmadı ve yaptığımız teknik incelemelerle karışımın tuz ağırlıklı değil de sarımsak ağırlıklı olduğuna karar verdik. Saraylara layık sarımsaklı fasulye ve sarımsaklı salatayı (zira kutunun yarısını boşaltmıştık bile) mideye indirdikten sonra en azından sağlıklı bir yemekti diye avunduk ve kutunun üzerine ‘tuz ilave etmeyiniz’ yazdığı için çeşni üreticisine dava açmaktan vazgeçtik.

2. Gün

Sabah güneşlenmesi ve yüzmesinin ardından koydan ayrıldık. Tek kişi tekneyi nasıl çıkarır sorusuna cevap arayaraktan, kıç halatını çözen kişinin tekneye gelmesi, halatı toplaması ve öne gidip çapayı çekip tekneye alması ve ardından yol vermesini denedik. Oldu ve hatta az rüzgarlı havada yelken marifetiyle bile rahatlıkla çıkılabileceğine bol keseden sallamalara bile giriştik.

Kızılada açıklarında faça yelken çalıştık. Faça yelken: Cenovayı ters yönden doldurup ana yelkeni boşlayarak rüzgarı başomuzluktan alırken yekeyi diğer yöne alabandaya dayayıp tekneyi dengede ve çok düşük hızda tutma. 2-3 bofor havada yaptığımız bu denemede tekne yüzme hızında yol almaya devam etti. Bu gözlemimizi doğrulamak amacıyla Özgü suya girerek sakin tempoda yüzdü ve eşit yol aldığımızı gördük. Ardından Özgü’nün ‘su çok güzel’ beyanatını doğrulamak amacıyla ben suya girdim. Koray da keyfine düşkünlüğünü doğrulamak istercesine havuzlukta kahve içip sigara tüttürdü.


Faça yelken esnasında.

Akşam Tersane Koyu’na gitmeye karar verdik. Ben körfez içindeki güzel rüzgarda yine faça yelken diye tutturdum ve deneme sonucu aynı şekilde yüzme hızında ilerleme sonucu ile karşılaştık. Okuduğum kaynaklarda fırtına sırasında teknenin 1-2 knot hız ile geriye kayıyor olduğu yazıyordu. Sanırım bu bilgiyi doğrulamak için fırtına beklemem gerekecek :)

Ne yazık ki parça modifikasyonlarına rağmen, her çektiğimizde, oltamız dımdızlak haliyle sudan çıktı ve biz nerede yanlış yapıyoruz soruları nöronlarımızda tekrar dolaşmaya başladı. Ve tabiki hala olacaklardan habersizdik…





Ceviz kabuğunun mutfağı, salonu ve tuvaleti (aynı zamanda lavabosu:)


3. Gün

7-8 tekne eşliğinde ve iskeleye bağlanmadan sakin bir gece geçirdiğimiz Tersane Koyu’ndan sabah 9:00 gibi ayrıldık. Tersane Adası ile Domuz Adası arasında uzun boğazdan geçerken, olta ağırlaştı mı yoksa bize mi öyle geliyor konuşmaları arasında Koray toplamaya başladı ve ucuna geldiğimizde gördüğümüz yeşil bir derya kuzusu hemen kalp atışlarımızı hızlandırdı. Küçük iğnelerden birine yakalanmış olan palamutu gözümüz görmüyordu bile, en arkadaki yalancı balığa atlayan ve o anda bize devasa gözüken balığa odaklandık. Panik yapmadan hareket ettik, hemen yavaşlamadık çünkü balık bizi geçerek iğneden kurtulabilirdi. Misinayı hep gergin tutarak biraz daha yorduk yeşil kuzuyu. Sonra sakince aldık, hayvancağızda pek hal kalmamış olacak ki doğru dürüst çırpınmadan geldi havuzluğa. Havuzluktaki çırpınmalarına son vermek için gözünün üstünden kafasına bıçak sapladık. O şekilde hemen öldürebileceğimizi öğrenmiştik ama pek iyi öğrenememişiz demek ki hayvan epey acı çekti.



Lambuka! Henüz tekneye almadan önce ve aldıktan sonra gurur içerisinde.


Bu sırada fotoğraf fotoğraf diye bağırırken Özgü imdadımıza yetişti ve gurur kaynağımız olan balıkla pozlar verdik. O anda bütün bilgisiz ve beceriksizliğimizi unutmuş kendimizi balıkçı ustası sanmaktaydık. Daha dün cevap arayan nöronlarımız arasında artık mutluluk sırasında salgılanan narkotik sıvılar dolaşmaktaydı. İstemsiz gerilen yanak kaslarımızla birer Joker oluvermiştik bile. Özgü de o harala güreleye bakıp bunun pek sık karşılaşmadığımız bir manzara olduğunu anlamıştır herhalde.

Sakinleşmek için Körfez dışındaki Büyük Ağa Koyu’na gidip demirledik, karnımızı doyurup suya girip kendimize geldik ve asıl soru ile karşılaştık: ‘Bu ne balığı yahu?’. Arkadaşlara balığın fotosunu gönderip internetten araştırtma planını teknik aksaklıklar neticesinde yerine getiremeyince, Göbün’deki restoranın sahibi Muammer’i arayıp balığı tarif ettik. Sırtı boydan boya yüzgeçli ve yeşil, karnı başa ve kuyruğa doğru sarımtırak, yassı bir vücut, sudan çıktığında fosforlu mavi benekleri vardı ama şimdi koyu lekelere dönüştü:( Tam teşhis koyamamakla beraber zehirli bir balık olan balon balığı olmadığını öğrendik en azından. Ayrıca akşam restorana götürüp pişirtmeye karar verdik. Balıklarımızı temizleyip buzun yanına yatırdık.


Ağa Limanı'nın Büyük Ağa Koyu'nda her zaman hayran kaldığımız berrak su!

Göcek Körfezi’ne tekrar girdik ve fırışka rüzgar eşliğinde yelken yaptık. Bir ara kuvvetli rüzgarda ben yine faça yelken deneyelim istiyorum ama Koray ‘yeter be artık’ diye bağırmak üzere ağzını açıyor ve daha ses bana ulaşmadan gelen tükürük zerrecikleri ile hemen ikna oluyor ve fikrimi değiştiriyorum :)

Sabırlı olmayıp oltayı tekrar salladık ve ikinci bir palamut daha yakaladık. Artık çok sakin bir şekilde, yılların balıkçısı edasıyla, bizim yeşil kuzunun yanına meze yapmak üzere tekneye aldık. Oltayı da kaldırdık, yiyebileceğimizden fazla balık tutmamak için. Ben bir ara ‘ikinci bir büyük balık tutsak, onu da restorana verip pişirtme işini bedavaya getirsek’ diye düşündüysem de çabuk uzaklaştık bu fikirden. İyi ki de öyle yapmışız zira bizim Kapı Creek Restaurant işi öyle büyütmüş ki balığa para ödemeye yeltenmezlermiş bile.

Göbün (ve restoran) sezonun son haftası olmasına rağmen kalabalıktı. Restoran önündeki iskele tamamen, yanlardaki iskeleler de yarı yarıya doluydu. 13-15 tekne vardı yani. Balığımızı gösterip adının lambuka olduğunu öğrendik, meze ve içkiyi onlardan almak şartıyla anlaştık. Akşamleyin, bol para bırakan turistlerin doldurduğu sıcak salonda yer bulamayıp, hafif serin salona yerleştirildik. Mezeler her zamanki gibi güzeldi. Yanına da bir 35’lik Yeşil Efe devirdik. Bizim yeşil lambukanın yanına iyi gitti doğrusu. Izgarasını yediğimiz bu balığın tadı damağımızda kaldı. Hatta ben palamutlara burun kıvırıp yemedim bile. Koray sağolsun ziyan olmadı onlar da. Hesap elbette az değildi ama balığımızı getirerek 30 ila 50 TL az ödedik diye hesapladık önceki tecrübelerimizle karşılaştırarak.

Gece benim öksürük nöbetim yine geldi. Boğazımdaki bir rahatsızlık gece olunca azıyor ve istemsiz öksürmelerle uykuyu bana haram ediyordu. Bal, ballı süt, boğaz gargarası gibi çeşitli şeylere denememe rağmen önünü alamadım. Hayır kendimden geçtim, teknede uyuyanları uyutmayacağım diye endişeliyim bir yandan. O akşam da Koray içerde yatıyor benim gibi. Neyse sabah öğrendim, uykusu bölünmeden horlama ve sesli gaz salınımı yapabilen Koray arkadaşımız zaten benim öksürme seslerimden zerre kadar etkilenmemiş bile. Ben öksürmüyor olsaydım onun seslerinden etkilenir miydim, bu soruyu cevapsız bıraktık :)

Uykusuz geçen saatler bana kitap okuma olarak döndü, Bernard Moitessier’nin 1969’da Güney Okyanusunda tek başına yaptığı seyrin tasvirleriyle hayal kurdum. Buz dağları, göçmen kuş sürüleri, yunuslar, geceleri denizin ve göğün yaptığı ışık gösterileri..

4. Gün

Kahvaltıyı müteakip Göbün’den ve Göcek Körfezi’nden çıktık. Rüzgarı beklemek için Küçük Kapıdağ Yarımadası’nın güney doğusundaki geniş koya girdik. Aslında burası tam Göbün’ün arkası oluyor ve kumsala yüzünce farkettim ki daha önceki bir seyirde Göbün’de bir sabah yürüyüşünde buraya gelip yüzmüştük, hatta keçileri olan Ramazan’la muhabbet etmiş, keçi yavruları ile oynamıştık.



Bir gece bir gündüz manzarası. Bilin bakalım hangisi gece?

Fethiye tarafı kapkaranlık ve yağmur altında gözümüzün önünde iken, biz güneşlenip denize girdik. 12:15’te demir alıp Fethiye’deki karaltıya doğru yol almaya başladık, çünkü tekneyi orada teslim edecektik. Rüzgar kısa zamanda çıktı ve 3.5 saat sürecek ve Fethiye’de Ece Marina’nın önüne kadar bizi taşıyacak kesintisiz yelken seyrine başladık. Her ne kadar Güney Okyanusu değilse de güzelliklerle dolu bir seyirdi. Kolayımızda gelen rüzgar, tam dolu yelkenlerle apaz seyri, havuzlukta uzanarak yeke tutma. Rüzgarı hissederek, suyun teknenin altından kaymasını ve hatta hızımız nedeniyle pervanenin dönmesini dinleyerek, denize karşı değil de denizle bütünleşerek yapılan bir seyirdi.

Bu arada Özgü’nün yaptığı makarna ve yanındaki harika sosu da yiyerek midemize bayram ettirdik. Ece Marina’da pontona ve mazot istasyonuna yanaşmaları yine tecrübe hanesine yazdırdık. Dört günde 16 TL’lik mazot yakmışız bu arada. Duş alma, hesap kitap, eşyaları toparlama işlerine giriştik. Hava karardıktan sonra tekne ile gelen Hasan Kaptan’ı karşıladık. Onunla ve ceviz kabuğumuzla vedalaşarak marinadan ayrıldık.

Yazı: Yalın Baştanlar
Fotoğraflar: Özgü Nursal