16 Mart 2007 Cuma

Arhaveli...

Ve çok uzak, çok uzaklardaki İstanbul limanında, gecenin bu geç vakitlerinde, kaçak silâh ve asker ceketi yükleyen laz takaları : hürriyet ve ümit, su ve rüzgârdılar. Onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar. Tekneleri kestane ağacındandı, üç tondan on tona kadardılar ve lâkin yelkenlerinin altında fındık ve tütün getirip şeker ve zeytinyağı götürürlerdi. Şimdi, büyük sırlarını götürüyorlardı...

Dümende ve başaltlarında insanları vardı ki bunlar uzun eğri burunlu ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin zaferi için hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler...

Rüzgar : yıldız - poyraz. Esirlerini bordasına alıp kayboldu İngiliz torpidosu. Şaban Reis'in teknesi ateşten direğiyle gömüldü suya. Arheveli İsmail bu ölen teknedendi. Ve simdi Kerempe Fenerinin açığında, batan teknenin kayığında emanetiyle tek başınadır, fakat yalnız değil: rüzgârın, bulutların ve dalgaların kalabalığı, İsmail'in etrafında hep bir ağızdan konuşuyordu.

Arheveli İsmail kendi kendine sordu: «Emanetimizle varabilecek miyiz?» Kendine cevap verdi : «Varmamış olmaz.» Gece, Tophane rıhtımında Kamacı ustası Bekir Usta ona : «Evlâdım İsmail,» dedi, «hiç kimseye değil,» dedi, «bu, sana emanettir.»

Ve Kerempe Fenerinde düşman projektörü dolaşınca takanın yelkenlerinde, İsmail, reisinden izin isteyip, «Şaban Reis,» deyip, «emaneti yerine götürmeliyiz,» deyip atladı takanın patalyasına, açıldı. «Allah büyük ama kayık küçük» demiş Yahudi. İsmail bodoslamadan bir sağanak yedi, bir sağanak daha, peşinden üç-kardeşler. Ve denizi bıçak atmak kadar iyi bilmeseydi eğer alabora olacaktı. Rüzgâr tam kerte yıldıza dönüyor. Ta karşıda bir kırmızı damla ışık görünüyor : Sivastopol'a giden bir geminin sancak feneri. Elleri kanayarak çekiyor İsmail kürekleri. İsmail rahattır. Kavgadan ve emanetinden başka her şeyin haricinde, İsmail unsurunun içinde.

Emanet: bir ağır makinalı tüfektir. Ve İsmail'in gözü tutmazsa liman reislerini ta Ankara'ya kadar gidip onu kendi eliyle teslim edecektir. Rüzgâr bocalıyor. Belki karayel gösterecek. En azdan on beş mil uzaktır en yakın sahil. Fakat İsmail ellerine güvenir.

O eller ekmeği, küreklerin sapını, dümenin yekesini ve Kemeraltı'nda Fotika'nın memesini aynı emniyetle tutarlar. Rüzgâr karayel göstermedi. Yüz kerte birden atlayıp rüzgâr bir anda bütün ipleri bıçakla kesilmiş gibi düştü. İsmail beklemiyordu bunu. Dalgalar bir müddet daha yuvarlandılar teknenin altında sonra deniz dümdüz ve simsiyah durdu.
İsmail şaşırıp bıraktı kürekleri. Ne korkunçtur düşmek kavganın haricine. Bir ürperme geldi İsmail'in içine. Ve bir balık gibi ürkerek, bir sandal bir çift kürek ve durgun ölü bir deniz şeklinde gördü yalnızlığı. Ve birdenbire öyle kahrolup duydu ki insansızlığı yıldı elleri, yüklendi küreklere, kırıldı kürekler.

Fotograflar: Amasra - Çakraz

Sular tekneyi açığa sürüklüyor. Artık hiçbir şey mümkün değil. Kaldı ölü bir denizin ortasında kanayan elleri ve emanetiyle İsmail. İlkönce küfretti. Sonra, «elham» okumak geldi içinden. Sonra, güldü, eğilip okşadı mübarek emaneti.

Sonra...
Sonra, malûm olmadı insanlara
Arhaveli İsmail'in âkıbeti...


Nazım HİKMET
"KUVÂYI MİLLİYE Destanı"
ÜÇÜNCÜ BAP
YIL 1920
ve
ARHAVELİ İSMAİL'İN HİKÂYESİ

3 yorum:

  1. İstiklal Harbinde başta Karadeniz'de ve Marmarada olmak üzere bütün kıyılarımızda hayatı pahasına cephane taşıyan bütün deniz şehit ve gazilerimizisaygı ve minnetle anıyoruz...

    YanıtlaSil
  2. Yazıda dikkat ederseniz Sivastopola giden geminin sancak degil iskele fenerini gösteriyor olması lazım. Çünkü bilindği üzere sancak borda feneri yeşil, iskele borda feneri kırmızı olur :)) Tabi İsmail'in patalyasının bu gemiyi batı cenahtan görüyor olduğunu düşünürsek.

    YanıtlaSil
  3. Cok guzel... Rusumat IV ve Paskal Mahmut'un da hikayesini isteriz...

    YanıtlaSil